BAHARIN KANAT SESLERİ
Kırkıncı Hocamızı ebediyete uğurlamak maksadıyla geldiğimiz Erzurum’dayım. Mahşeri bir cemaat… Erzurumlular, böylesi bir kalabalığa şahit olmadıklarını ifade ediyorlar. Ahmed Akgündüz hocanın kısa, fakat çok dokunaklı konuşması taş kalpleri bile yumuşatacak türdendi. Doğunun soğuk havasında tevellüt etmiş, o topraklara nur tohumları serpmiş bir âlim, üç-beş dakikada ancak böyle anlatılabilirdi.
Kafamda değişik düşünceler… Hep istikameti tavsiye etmişti. Hiçbir zaman menfi harekete yeltenmemiş, hep birlik demiş, vatan demiş, bayrak demiş bir aksakalın yeri doldurulabilir mi? “Onun da esas aldığı hakikatler varken gam yok” diyor, bir parça rahatlıyorum.
Ulu çınarın vefat haberi, Anadolu’nun şarka akmasına sebep oldu. Talebeleri, dostları, dava arkadaşları onun için saf tuttular. İmamın helâllik talebine karşı Palandöken’in eteklerinden çınlayan “helâl olsuuun…” cevabı beyaz örtülü coğrafyada yankılandı.
Kırkıncı Hocamızı, şarkî Anadolu’nun karlı dağlarının bağrına defnediyoruz. Baharla beraber nice kırkıncıların bu topraklarda boy vermesi duasıyla…
Ankara’ya dönmüyorum. Güneşin doğduğu yerlere, ışığın kaynağına doğru yol alıyorum. İkinci durağım Ağrı. Oradaki ilk defa gördüğün dostlarla kaynaşıyoruz hemencecik. Muhkem şekerlerle ikram ettikleri çaylarını yudumluyor; ciddi, vakur, samimi nur kardeşlerimle hemhal oluyorum.
Bu sefer, doğunun bir başka ulu çınarının kapısındayım. Nusret Hocamızın… Rabbim hayırlı ömürler nasip etsin. Nusretini üzerinden eksik etmesin. Kaldığı evinin alt katı medrese… Genç ziyaretçileri var. Pırıl pırıl simâları. Bizi tam da yanına oturtuyor. Hal hatırdan sonra, bilhassa hemşehrileri olduğunu zannettiğim gençlere dönerek “asabiyet” fikrinin ve siyasetin zararlarından söz ediyor. Onları uğurlarken de menfi milliyete meyletmemelerini tembihliyor Risale-i Nurlardan atıflarda bulunarak…
Âdem kardeşimizin imametinde İkindi namazını kılıyoruz. Garip duygular içinde kalıyorum. Birden yıllar öncesine gidiyorum hayalen. Kastamonu’nun ulu çınarını, Mehmed Fevzi Ağabeyi ziyaretimiz aklıma geliyor. Onun mekânında da aynı şeyleri hissetmiştim. Hissetmiştim. Anlatılamayacak şeyler… Sanki eski zamanlara, selef-i salihinin o nurlu günlerine gitmiş, onların medreselerinde diz çökmüşüm gibi geldi bana.
Merhum Bayram Yüksel ağabeyimin -Ankara Hacı Bayram’daki- o küçücük medresesindeki manevi havayı da unutamam. Nurun diğer şubelerinde de o maneviyatı solumak mümkündür elbette.
Ankara’ya daha bir ümitle döneceğim inşallah. Bu karlı dağların böylesi civanmert insanları, Anadolu’nun binlerce fedakâr, vefalı, nur yüzlü mü’minleri varken bu millet bölünmez. Parçalanmaz inşallah.
Müjdeler olsun, bahar geliyor. Habercileri muştular fısıldıyor kulaklarımıza. Kardelenler tebessüme duruyor. Madem tohumlar toprağa düştü. Elbette renk renk çiçeklerle bir bahar bestesi vücut bulacaktır. Bulacaktır inşallah.
*Said ağabeyimize de rahmet duasıyla…