Nurdan Haber

Enver Galip Ceylan Hoca Kimdir?

Enver Galip Ceylan Hoca Kimdir?
23 Nisan 2016 - 10:01

Nurdanhaber-Özel

-Peki Hocam Bediüzzaman Hazretleri ile nasıl karşılaştınız bir diyaloğunuz oldumu anlatırmısınız?

-1952 senesinde Bediüzzaman’ın İstanbul’a mahkemesi için geldiğini ve Akşehir Palas oteline yerleştiğini duydum. “Ben de gidip ziyaret edeyim” dedim. Şişli camiinde vazifeliyim o zaman. 

Nur-u Osmaniye camiine geldim. Orada Çankırılı bir arkadaş vardı, şimdi rahmetlik oldu. Benden küçüktü. Onların dersini dinlerdik. “Abi sen buralara pek gelmezdin, hayrola?” diye sordu. Ben de Bediüzzaman’ın İstanbul’a geldiğini, ziyaret etmek istediğimi söyledim. Heyecanlı bir arkadaştı, heyecanlandı “Yaaa öyle mi?” dedi, kendisini de götürmem için ısrar etmeye başladı. “Bilmem görüşebilir miyiz, Benim orada tanıdığım Muhsin Kardeş var. Ben ona güvenerek gidiyorum. Herkesle görüşmüyor” dedim.

Neyse, beraber gittik. Otelde Muhsin’i gördüm. “Ooo hoş geldin” falan dedi. Üstadla görüşebilir miyiz diye sordum. “Biraz bekle, içerideki ziyaretçiler çıksın” dedi. Onlar çıkınca, Muhsin “Buyurun” dedi.

Üstad oturuyor. Yaşlanmış, ama gözleri ışıl ışıl..Genç gibi bakıyorlar insana..Fakat sanki gülmeyi unutmuş gibi üzgün bir hali var. Şen şakrak değil. İslam aleminin durumu ona bu hâli vermiş..

Yanımızda bir de yedek subay vardı. Üstad bize “hoş geldiniz, safa geldiniz” dedi. Önce o yedek subaya döndü “kardeşim sen nerede bulunuyorsun” dedi. Arkadaş “Ben Ankara’da yedek subaylığımı yapıyorum. Ziraat mühendisiyim” dedi.

Üstad “Bak kardeşim, sana büyük bir iş düşüyor. Namazlarını kılıyorsun değil mi?” dedi. “Elhamdülillah kılıyorum” dedi arkadaş. Üstad “Ama kabahat yapmış gibi gizli kapaklı kılma. Sen zabit olduğun için sana dokunmazlar. Sen askerin tam ortasında kıl. Orada zavallı neferlerden korkusundan kılamayanlar vardır. Seni görünce onlar da cesaret gösterir, namazlarını kılarlar. Onların da sevabı sana yazılır. Ama muhakkak namazlarını kıl. Mesela dar vakte denk geldi. Farzını kıl, ama kıl. İcabında sünnet terk edilebilir” dedi.

Sonra bize döndü, “Siz ne işle meşgul oluyorsunuz?” diye sordu.

-Müezziniz dedim.

-Siz de o şarkıyı söylediniz mi? dedi. 

Afalladım, “Efendim, anlayamadım” dedim.

-Minarelerden söylenen o şarkıyı” dedi.(Hocamız burada Hazret-i üstadın şivesini taklid ederek söyledi) 

Tabii benim utancımdan ellerim yana düştü..Çakıldım kaldım.. Çünkü yaptık, zamanında Türkçe ezan okuduk.

Dedi ki: “Öyleyse siz istiğfar edin.”

Sonra biraz durdu dedi ki; “Yeni ezan dedikleri şey ilk çıktığı zaman benim talebelerimden müezzin biri bana geldi, dedi ki “Üstadım, bu ezan sayılır mı? Şimdi ben bunu okuyayım mı, yoksa müezzinliği mi bırakayım?”

Ben de birden bire “Bu ezan sayılmaz. Müezzinliği bırak” diyeceğim sırada, kalbime ihtar olundu ki “Bu kardeşim müezzinliği bırakırsa, onun yerine daha hevesli, bunu seve seve yapan birisi gelir. Hem kendisi günaha girer, hem de başkalarını günaha sokar.”

Ona dedim ki; “Kardeşim, sen şimdi minareye çıkarsın. Ezanın aslını kendi duyduğun kadar okursun. Ondan sonra da onların dediğini dersin. İnşallah ezanın aslını okumuş da, tercümesini duyurmuş gibi, bu şekilde kurtulursun.”

“Biz de böyle yapıyorduk efendim” dedim. Üstad “ O zaman kurtuldunuz” dedi. 

Sonra ezanın ve müezzinliğin öneminden bahsetti. “Ezan okunduğu zaman müezzinin sesi nereye kadar ulaşırsa, oradaki mahlûkat adedince müezzine sevab yazılır” dedi. 

Sonra şöyle devam etti; “Bu divaneler zannediyorlar ki, ezan Türkçe okununca, millet bundan daha çok memnun olacak, anlayacak. Yahut da kasten öyle düşünüyorlar. Halbuki ezan sadece bir davetten ibaret değildir ki öyle olsun..

(sesini yükselterek) “Ezan esasat-ı diniyyedendir, şeair-i İslamiyedendir, günde beş vakit Allah’ın vahdaniyetini kâinata ilan ve i’lamdır” dedi.

Hatta Hz. Ömer’in(r.a) “Eğer benim üzerimde hilafet yükü olmasaydı müezzin olurdum” dediğini, müezzin olmanın çok kudsi bir vazife olduğunu anlattı.

Sonra dedi ki; “Bu Türkçe ezan ilk çıktığında benim çok canım sıkıldı. Diyanetteki adamlar buna nasıl razı oluyor dedim. Aksekili Ahmed Hamdi Efendiye bir talebemi gönderdim. “Bunlar bunu nasıl yaptılar” dedim. Talebem selamımı ve sözlerimi iletmiş. Ahmed Hamdi Efendi düşünmüş, başını sallamış, “Molla Said Efendi haklıdır, ama maalesef mani olamadık” demiş, zavallı” dedi.

O sıralar Üstadın mahkemesi vardı. İstanbul’a bunun için gelmişti. Mahkemeyi izlemek için biz de birkaç arkadaş gittik. Salona girmek istedik, ama kalabalıktan dolayı giremedik. Mahkeme binası Sirkeci’de, şimdiki Postahane’nin olduğu yerdeydi. Sebilürreşad mecmuasında, mahkemeye Abdurrahman Şeref Laç, Mihri Helav gibi o zamanın meşhur avukatlarının gireceğini okumuştuk. Beraat edeceğine yüzde yüz kanaatimiz vardı. Neyse, orada avluda bekliyoruz. Rahmetli Abdurrahim Zapsu Hoca da gelmişti. Kendisiyle tanışıyorduk. Beni görünce “Yaa bütün gericiler buraya toplanmış” diye latife yaptı. “Böyle gericilere can kurban” dedik. Abdurrahim Zapsu’nun da üstada sonsuz hürmeti vardı.

Biz, üstad çıkacak da tezahürat yapacağız diye bakıyoruz. Üstad o kalabalığı içeriden görünce, “ben böyle şeyden hoşlanmam. Çabuk beni buradan götürün” demiş. Arka kapıdan çıkmışlar. Orada sokağın içinde araba bekliyormuş. Üstadı Fatih’e götürmüşler. 

Kalabalık yine üstadın etrafını sarınca “beni tenha bir yere götürün” demiş. Ağabeyler Şişli Camiine götürmeye karar vermişler. Ben de “üstadı göremedikten sonra burada ne diye durayım” dedim. Şişli tramvayı hazırdı, bindim, Şişli camiine geldim.

Camiden içeri girdim. Camimizin müezzinlerinden Tahsin ağabey vardı, Allah rahmet eylesin. Heyecanlı bir zattı. “Ne oldu, nasıl geçti” diye heyecanla sordu. “Ya, telaş etme, beraat etti” dedim.

Daha içeri girip oturmadan, ayaküstü konuşurken üstad kapıdan içeri girdi. Yanında birkaç kişi vardı. “Tahsin Efendi, bak üstad bu” dedim. “Sahi mi” dedi, koştu, üstadın elini öptü. Ben de “hoş geldiniz” dedim.

Ta köşede imamın odası var, aynı zaman da idare odası. Üstadı oraya buyur ettik. Cami imamı, meşhur Hafız Sami efendinin yeğeni Cevdet Soydanses idi. O da meğer sarığını cübbesini giymiş, müezzin odasına doğru geliyormuş. Birden bire üstadla karşılaşınca heyecanlandı. Korkudan rengi attı. Ben hemen koştum, “Hocaefendi heyecanlanmayın. Mahkemeden beraat etti” dedim. 

Başta Cevdet hoca olmak üzere, üstadın elini öptük, bir masanın etrafında oturduk. Üstad “Hepinizi talebeliğe kabul ettim” dedi. Cevdet hoca söz aldı “Hoş geldiniz, sefa geldiniz efendim. Sizi çok sıkıntıya soktular. Ama Cenab-ı Hak sizi korudu” dedi ve “Vallahu ya’simuke minen nas” “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Maide, 67) ayetini okudu.

Üstad “Evet, hainler bana zulmettiler. 17 defa zehir verdiler. Cenab-ı Hak beni muhafaza buyurdu. Ama onların verdiği zehirler benim hafızama tesir etti” dedi. 

Ondan sonra, Hafız Cevdet, o sırada Mısır’da bulunan eski Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’den bahsetti. Meğer Hafız Cevdet Hocanın babası Gürcü Süleyman Hoca, Mustafa Sabri Efendi’nin arkadaşıymış.(*)

Hafız Cevdet “O da Mısır’da çok zahmet çekti” dedi.

Üstad “Evet. Mustafa Sabri Efendi’yi iyi bilirim. Mustafa Sabri yüz âlime bedel bir âlimdir” dedi.

Derken o esnada ikindi ezanı okundu, camiye girdik.

-siz onu nasıl gördünüz sağlığı yerindemiydi?

-Dipdiri..O seksen yaşındayken bile delikanlı gibi idi. Bir genç gibi yürüyordu. Namazı da öyle dinç bir şekilde kılıyordu. Minberin arkasına geçti. Belinden bir sarık çıkardı, başına sardı. Bir sarık daha çıkardı, onu halının üzerine serdi.

Biz müezzin mahfilindeyiz. Arkadaşım Tahsin Efendi namazı ağır kılardı. Ona “sen namazı ağır kılıyorsun. Müezzinliğe devam edersin. Ben illa üstadın namaz kılışına bakacağım” dedim.

Üstad namaza dimdik, bir asker edasıyla girdi. Rükuya eğilişi de, secdeye gidişi de öyle..Yani bizim bazı yaşlı sofuların kılışları gibi değildi. Bir asker çevikliği ile eğilip kalktı. Bir rekâtı kılışını seyrettikten sonra, artık ben de sünneti kılmaya durdum. 

Üstad çok titiz ve temiz giyimliydi. Ayağındaki yün çorap bembeyazdı. Üstü başı çok temizdi. Genelde şark insanları esmer olur. Üstad ise tam aksine pembe beyazdı. Gözleri çok heybetliydi. Bakamıyordunuz. Dinç biriydi. Hareketleri yaşlı bir insan gibi değildi.

Böylece Üstadı camiden uğurladık. Son olarak üstadı görüşüm de şöyle oldu; Bir gün Şişli’de dışarı seyrediyorum. Baktım ki, üstad yoldan geçiyor. Hemen koştum. Üstad çabuk çabuk, bir genç gibi yürüyor. Yanında üniversite talebelerinden Ziya var. Okmeydanı’na doğru gittiler. Son görüşüm bu oldu.

Daha sonra Cevdet Soydanses hocayla üstad hakkında konuşmuştuk. Onun kardeşi Anadolu’da hâkim veya savcıydı. Cevdet Efendi demişti ki, Bizim biradere söyledim. “O zat-ı muhteremin davası sana düşerse, sakın aleyhte olma. Onlar mübarek zatlardır. Her ne kadar kanunlar aleyhte de olsa, sen işi idare et. Yoksa çarpılırsın dedim.” 

Üstadla alakalı şu hatırayı da izninizle anlatayım. Eskişehir’den bir grup üstadı ziyaret ediyorlar. Üstad “Bana Eskişehir’den müjdeli haberleriniz var mı” diyor. “Her şey iyi güzel de, bir sıkıntımız var üstadım” diyorlar.

-Nedir diyor.

-Orada gür sakallı, cübbeli bazı adamlar var. Bunlar bize sakalsızız diye hiç iltifat etmiyorlar, yüzümüze bakmıyorlar. Biz selam veriyoruz, selamımızı almıyorlar(Böyle hırslı hırslı onları şikâyet etmişler)

Üstad kaşlarını çatmış, sormuş;

-O söylediğiniz zatlar namaz kılarlar mı?

-Kılarlar..

-Oruç tutarlar mı?

-Tutarlar.

-Zekâtlarını verirler mi?

-Verirler.

-Ticari muameleleri nasıl?

-Ticarette çok dürüsttürler..

“Yani” demiş üstad “bir tek o mu bunların noksanlıkları? Müslüman kardeşlerinizi hangi tarikten, hangi cemaatten olursa olsun hakir görmeyin. Onların kusurlarını görmeyin, iyi taraflarını görün. Onlar size selam vermiyorlarsa, siz onlara selam verin. Yarın öbür gün onlar hallerinden utanacaklar, size iltifat edecekler. Alışverişte onları tercih edin. Çünkü helal kazanıyorlar” diye sert sert çıkışarak şikâyet edenleri susturmuş. “Müslüman kardeşleriniz hangi cemaatten olursa olsun, kötü tarafını görmeyin, iyi tarafını görün” demiş.

-Hocam, son olarak neler söylemek istersiniz?

-Nur-u Osmaniye Camiinde yaptığım iki sene resmi ve Şişli Camiinde yaptığım beş sene gayr-i resmi müezzinlik ile kırk küsur sene Camii hizmetinde istihdam olundum. Cenab-ı Hakk kusurlarımı affetsin.

Başta merhum babam Dursun Ali Ceylan olmak üzere beni yetiştiren büyüklerime, hocalarıma Rabb-i Rahimimden mağfiret diler, layık olmadığım halde beni beytine hâdim kılan Allahu Teala’ya hadsiz hamdu senalar, sonsuz şükürler ile hatm-i kelam ederim. 

–Allah razı olsun, Hocam  Çok teşekkür ederim.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )