Nurdan Haber

KUR’ÂN MEDENİYETİ

KUR’ÂN MEDENİYETİ
02 Mayıs 2016 - 3:43

 

Allahu Teâlâ, insanoğluna pek fevkalâde duygular ve organlar ihsan etmiştir. Bir insanın maddî ve manevî cihazlarına bakarak, onun diğer bütün varlıklardan üstün olduğunu anlayabiliyoruz. Bizim bildiğimiz şu görünen âlemdeki yaratıklar arasında düşünme, konuşma, yazma, fikirlerini uygulamaya koyma, lüzumlu âlet ve eşyayı imal etme konularında insanoğlunun başka bir benzerine rastlamıyoruz. Kâinattaki sonsuz gök cisimlerinde, bilmediğimiz bir şekilde bile olsa, bir türlü hayat bulunabileceğini seziyor, tahmin ediyoruz; fakat bu hususta henüz ilmî bir delile sahip değiliz.

Varlık âleminde insan, hayvan, bitki ve mikroorganizmalardan başka ne gibi varlıklar bulunduğunu, ancak yine akıl yürütmek suretiyle ve manevî yönden gelen naklî deliller vasıtası ile öğreniyoruz. Şu mevcudatın var oluş sebebini, gayesini, vazifesini ve âkıbetini yalnız akılla idrak etmek mümkün olmuyor. Bir iğnenin bile ustasız olamayacağını bilen akıllı bir şahıs, böyle her yönüyle sanatlı, hikmetli, süslü, semereli bir kâinatın sâhipsiz, fâilsiz, kendi kendine veya tesâdüfler neticesinde olabileceğine ihtimal verebilir mi?

Âdemoğlunun dış dünyayı idrak eden duyuları ve iç dünyasını sezen hissiyatı, kendi yaratılış gayesini, nereden geldiğini, nereye gideceğini, sonunun ne olduğunu da yine manevî cihetten haber veren manevî kaynaklardan öğrenebiliyor. Bu konuda asırlardan beri düşünenler, fikir yürütenler, bir takım iddialar ortaya atanların hiç biri sözlerinin gerçekliği hakkında kat’î bir kanaate varabilmiş değiller… Felsefenin ve ilim olarak kabul gören fikirlerin temelinde şüphe ve belirsizlik var. Kâinatta cari olan ve yaratılışta icat edilip çalıştırılan, belki de milyarlarca yıldır süregelen kanun şekline girmiş, değişmeyen kuralların izahını yapmaya çalışan ilim, görülmeyeni değil, olanı tespit etmek ve açıklamak çabasındadır.

İnsanın en küçük parçacıklarına ona uygun programları koyan, o küçücük varlıkları büyük bir ustalıkla bir araya getiren, birlikte hareket ettiren, yaşaması için kendi içindeki cihazlar ve çevresindeki diğer varlıklarla münasebetlerini en ince teferruatına kadar belirleyip işlettiren bir Yüce Kudret’i kabul etmeksizin, gözümüzün önünde cereyan edip duran, bu bütün olan bitenleri açıklamak kabil olabilir mi? İşte tam burada, aklın ispata ihtiyaç duymadan benimsediği bir hâl ortaya çıkmaktadır: Bütün bu varlığı bilerek, isteyerek, planlayarak, sonsuz bir güçle yaratan; hepsinin istediği istikamette, tayin ettiği hedefe doğru gitmesini sağlayan bir Yüce Sâni’in bulunduğuna inanmak! Üstelik bu yüce varlığın yarattıklarından hiçbirinin cinsinden, şeklinden olmadığını; maddî ve manevî bakımdan onlara benzemediğini idrak ederek inanmak! O Hâlik’ın, bu varlıkları icat ve halk ederken bir maksadının bulunması gerektiğini fark ederek inanmak!

Her varlığın her ihtiyacını bilen ve uygun zamanda, uygun yollarla gönderen Cenab-ı Hak, insanoğluna bu müşkül düşüncesini çözmek ve arayışlarını halletmek için, onların arasından seçtiği ve özel kabiliyetlerle donattığı kişileri manevi birer rehber olarak tayin etmiştir. Onların dillerine hikmet, ellerine ilim ve marifet kaynağı kitaplar vererek, gerçekleri öğretmeleri için yarattıklarının arasında görevlendirmiştir. Bu yol göstericilere uyanlar, sorularına cevap bulmuşlar ve gitmeleri gereken hedefe yönelmişlerdir. Böylece, daha yaşamakta iken, pek çok yüklerden ve korkulardan kurtulmuşlar, rahata ve huzura ermişlerdir. Dünyadaki bu hâlleri, ileride zamanlar ötesi yolculuklarının da güzel ve emniyet içinde devam edeceğinin işareti ve müjdesi olmuştur.

Beşeriyetin bu macerasında, son görevli olan Hz. Muhammed (sav) ve getirdiği Kur’ân-ı Hakîm, tarihin belirttiği en güzel ve huzurlu çağın yaşanmasına ve insanların ebedî hayatta kavuşacakları saadetten bir örneğin tadılmasına vesile olmuştur. İnsanoğluna en yakışan medeniyetin, Kur’ân medeniyeti olduğu cihana ilan edilmiştir. O’na inanan ve uyanların, O’nun inandığı ve yaşadığı gibi yaşamaları hâlinde, her hâl ve şart altında, o yüksek medeniyete nail olabilecekleri ve o maddî-manevî huzuru tadabilecekleri müteaddit defalar ispat edilmiştir.

Hele maddî terakkiyatın en mükemmel noktalara kadar ulaştığı günümüzde, O Zât’ın elinde bulunan kitaptan ve söz, fiil, davranışlarından çıkan İslâmiyet’i doğru öğrenmek, doğru anlamak, doğru uygulamak suretiyle adeta cennete lâyık bir mutluluğu tatmak, beşer için bir hayal değildir! Kur’ân-ı Kerîm’i en yanılmaz ve yanıltmaz rehber olarak benimseyen Müslümanların ilk asırlarda gördükleri harikulade zamanlar, bu iddiayı ispata yeter! Bizler de, o ilk saflardakiler kadar inançlı, faziletli, çalışkan, gayretli ve ihlâslı olabilirsek, beşeriyetin çoğu kara sayfalardan meydana gelen tarihine, şeref levhaları nev’inden, altın ve elmasla yazılmışçasına iftihar vesilesi olacak sahifeler ekleyebiliriz…

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )