Nurdan Haber

Vefa

Vefa
09 Mayıs 2016 - 6:35

 

Dilimizde: “Sözünü yerine getirmek, borcu ödemek, dostlukta sebat göstermek.” manalarına gelen bu kelime, hayli zamandır kullanılmaz oldu. İstanbul’da bir semt adı ve bazı şahısların bu şekilde isimlendirilmeleri istisna edilirse, neredeyse unutulan bu güzel hasleti, pek az insanda sıfat olarak görebiliyoruz.

Üstâd Bediüzzaman Saîd Nursî, yıllar önce yazdığı bir mektubunda: “Sıddîk-i vefiy bu zamanda yoktur diyenlere”, talebelerini örnek göstermiş. Rahmetli Ömer Nasûhî Bilmen hoca da, “Zamâne dostlarından vefâ ummak, şûrezârdan (çorak topraktan) mahsûlât beklemeye benzer.” diye yazmış… Düşünelim, altmış yetmiş yıl önceleri vefânın yokluğundan yakınan bu hakikat-bin zatlar, bugün yaşasalardı, acaba nasıl hüküm verirlerdi?

Daha eskilerde, Nâzım Paşa bir beytinde: “Unutma hüsn-i ülfet ettiğin ahbâbı her yerde;/ Vefâdâr ol, vefâ insana lâyık bir meziyyettir.” şeklinde, bu güzel huyun unutulmaması gerektiğini belirtir. Ayrıca, fıkıh kitaplarında vefasızlığın kavlen ve fiilen bir yalancılık olduğu kaydedilmiştir.

Verdiği sözü tutmamak münafıklara ait bir sıfattır. İnançlı ve şerefli bir kişide bulunması yadırganır. Sözünü tutmamak ya acizlikten veya ehemmiyet vermemekten ileri gelir ki, her iki hâl de Müslüman için önemli bir kusurdur. Gücünün yetmeyeceğini bilerek söz vermek, bile bile yalan söylemek demektir. Tabii, bunun istisnası da vardır. İnsan, iyi niyetle bir vaatte bulunabilir. Fakat iradesi dışında cereyan eden hâdiseler sebebiyle vaadini yerine getiremeyebilir. Bu durum, sadet haricidir.

İnsanlar arası yardımlaşma kurallarının en mühimlerinden olması dolayısı ile Cenabı Hakk’ın, Kur’ân-ı Hakîm’de zikre şayan gördüğü “karzı hasen”, herhangi bir karşılık gözetmeden kişilerin bir birine borç vermeleri anlamına gelmektedir. Bu borç para, mal, emek, cesaret, teselli gibi maddi ve manevi cinslerden olabilir. Hepsinin vakti geldiğinde iadesi icap eder. Parayı alanın onu vadesinde ödemesi cemiyetin maddî intizamını sağlayacaktır. Bugün piyasada, ödenmeyen borçlar yüzünden nice insan sefil olmakta, işyerleri kapanmakta, şeref ve haysiyetler ayaklar altında kalmaktadır.

Emeği ile komşusuna, dostuna, akrabasına Allah için yardım eden bir kişiyi düşünelim. Günün birinde bu şahsın da yardıma ihtiyacı olursa, ondan daha önce istifade edenlerin, o zatın yardımına herkesten önce koşmaları bir insanlık borcu değil midir? Aynen bu durum gibi, lüzumu olduğunda bir insanı teşci etmek, derdine ortak olmak, sevincine katılmak gibi manevî davranışlar da birer borçtur ve yeri geldiğinde aynen iadeleri zaruridir.

Dostluğa gelince, bunun sınırları çok geniştir. Hele, sırf manevi dostluklar; içinde herhangi bir maddi çıkar bulunmayan, fedakârlığa dayanan, karşısındakinin nefsini kendi nefsine tercih fazileti ile süslü dostluklar ne kadar yücedir! Sahabelerin bu fevkalade meziyetleri, Cenabı Hakk tarafından “îsâr” hasleti olarak tavsif edilmiş ve Kur’ân-ı Kerîm’de övülmüştür. Bu kabil dostluklarda sebat göstermek çok önemlidir. Çünkü bu dostluğun meyveleri dünyada da ahirette de sahiplerine şeref, şan, fazilet, temayüz kazandırmakla kalmaz; Allahu Teâlâ’nın rızasına, Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) hoşnutluğuna mazhar olmak gibi çok yüce bir neticeye de ulaştırır.

Risale-i Nur Külliyatından, Uhuvvet ve İhlâs Risalelerinde bu şekildeki dostluğun temel umdeleri çok güzel izah edilmiştir. Zamanımızda bu eserler vasıtası ile iman esaslarını idrak eden ve yaşayış şeklini Kur’ân ve Sünnet ışığında düzenleyen, sayıları azımsanmayacak bir kitle, yukarıdan beri tarifine çalıştığımız vefa hasletini taşımakta ve mucibince amel etmektedir.

Hâlik-i Hakîm, kâinatta yarattığı varlıklar arasında insanları en şerefli mevkie yerleştirmiştir. Onların, kendi mukaddes ahlâkı ile ahlâklanmasını istemiştir. Bunun esaslarını ve şeklini son indirdiği yüce kitabında belirtmiştir. Peygamberlerinin sonuncusu Hz. Muhammed (sas) de bunun nasıl olacağını hayatında gösterdiği açık örneklerle bizlere talim etmiştir. Peygamberlerin gerçek takipçileri olan ihlâslı âlimler, bu güzel ahlâkı ve hasletleri topluma unutturmamak için sık sık ikazlarda bulunmuşlardır.

Bizler, kaybettiğimiz değerli bir eşyamızı bulmak için nasıl çabalıyor, gayretler sarf ediyorsak, ondan daha şiddetli ve ciddî şekilde manevi değerlerimizi muhafaza etmek için ceht içinde olmalıyız. Beşeriyetin yaratılış maksadını nefsimizde tecelli ettirmeliyiz.

 

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )