Nurdan Haber

“Ferdî Feraizden” Üstün Olan

“Ferdî Feraizden” Üstün Olan
01 Eylül 2015 - 4:35

Yol açma, hedef tayin etme ve “tecdid” hareketi muvacehesinde “te’lif” edilmiş, daha doğrusu “ettirilmiş” eserleri, “gazete gibi” okumadan, tam bir “külliyat” bütünlüğü içerisinde kalarak-muhafaza etme mânasında “tefhim” edebilmek, önceki asır ve devirlerden ziyade bizim, bugün Müslüman’ının  daha açık, daha sarsıcı ve sarıcı bir meselesi hâline gelmiştir yahud gelmektedir.

Bu  “mesele”nin farkına varış, fertleri-veya kişilikleri umum “ümmet”in hukukunu,-“hukuk-u ibadı”-üstlenmeye, “kul hakkını” sırtlama “teklif”i  ile yüz yüze getirir. Açıkçası, bu “vazife” bir nevi “şeair” sırasına girer ki, şeairin “ferdî feraizden” çok daha üstün olduğu çokların hatırındadır.

Halbuki “en âzâm mesele olan iman”ı kurtarma vazifesi hem vicdana, hem “hikmet”e göre her vakit ön plândadır. (Emirdağ Lahikası, c.l, s. 232) Aklın ve “nakl”in gereği  bunu iktiza eder. “Bu zamanda en büyük bir vazife, imanı kurtarma ve muhafaza etme vazifesidir.” (Kastamonu Lahikası) ifâdesiyle sırt sırta vermiş pek çok beyân hâdiseye parmak basmanın , “takva ve âmel-i sâlih” yönünün gözardı edilmediği de aşikâr.

Risâle-i Nur Külliyatı’nda ve Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin beyanlarında “tek kanatlılık” gibi bir problemi görmememize rağmen, cemiyetimizde hakikatla  uzaktan yakından âlakası  bulunmayan zihnî kuruntularında yerleşmiş  kanaatin kaynağını anlamada zorlanıyorum.

Yaptığı hizmetin “fonksiyon”undan ötürü, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, “Seni, kırk yıl hizmet etmiş bir talebe sayıyorum.” dediği Zât ve çevresinin, Üstadı, dolayısıyla da Risâle-i Nur Külliyatı’nı “tek kanatlılık” ile tenkit edenlerin başını çekmelerini anlayamıyorum.

Bu tür tenakuz kokan tavrın temel sâiki elbette bir tane ve yegâne olamaz, ama içlerinde en büyüğünün “meselenin künhüne vậkıf” ve vậkıf olunan “hakikate” da “teslim olamama” gibi bir eksiklikten geldiği pekâlâ söylenebilir:

“Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerïne taraftar olmaktır. Yoksa `Benden ders alıp sevap kazandırsınlar’ düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.” (İhlas Risalesi) Öylesi zevat da, yukarıda verilen misale münasip bir pozisyonda (Allah rahmet eylesin) bulunduklarına göre, o sır ile uzaklık veya yakınlıklarını hesaplamak zor olmasa gerek.

“Çok emarelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” (Mektûbât, s. 299) ve “… risaleler kendi malım değil. Kur’ân’ın malı olarak Kur’ân’ın reşehat-ı meziyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri kuru çubuğunda aranılmaz.” (Tarihçe-i Hayat, s. 175) gibi “mecburiyet tahtında fâş edilmiş” beyanlardan anlıyoruz ki, Risale-i Nur Külliyatı’nı indî görüş ve dünyevî-yahut akademik-bakışlar altında “tefhim” etmenin imkân ve ihtimâli yoktur. “Ehl-i siyaset eserleri tam anlamaz.” (Emirdağ Lahikası) şeklindeki ihtar meselenin bu yönünü işaretler.

Yalnız,  “ehl-i siyaset” tâbirini, sadece politikacı mânâsında anlamak, beyanı dar bir kalıba sığıştırma ameliyesine pek benzer; “düşünce bakımından siyasetçi olan” şeklinde anlamak çok daha doğru olacaktır.

Herhangi bir müellifin Külliyat’ını bile anlamak için, ilk önce onun hâdiselere ve insan hislerine hangi temel bakış açısıyla yaklaştığını kavrama zarureti tartışma gütürmez.

“Bila mecburiye ilan ediyorum ki, ihtiyarımız ve haberimiz olmadan birisi bizi İSTİHDAM ediyor; biz bilmeyerek bizi mühim işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki, şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inâyata ve teshilâta mazhar oluyoruz. Öyle ise o inayetleri bağırarak ilan etmeye mecburuz.” (Tarihçe-i Hayat, s. l76) şeklindeki TEMEL BAKIŞ AÇISINA sahip olmadan Külliyat’ı anlamaya çalışma gayretinin adı “tefhim” değil, ancak “te’vil” olabilir. O da öyle bir te’vil ki, “akılla naklin çatışma”sı ậnında (Muhakemat) yapılması şart olanı değil, “zaruret var zannı ile” hareket eden çağımız insanının, yani nefislerinin hâdiseyi “kendine yontması-ya da “kendini avukat gibi müdafaa etmesi”-, “nasların ve ahkâmın, esasların” çiğnenmesi mânâsında.

***

İSLÂM MÜNTESİBLERİ’nin hem ferdî, hem  içtimâî, hem de cemaatî münasebetlerinde “su-i zan ve su-i niyet” gibi menfîliklerden azâde olma mes’uliyetlerinin varlığı zahir. Buna rağmen, daha önce zikredilen “tenkit sahiplerinde”, kalın çizgilerle açıklanmış “temel bakış açısına” inanmama hâdisesinin varlığını görmemek elde değil.

 

Tefhim hâdisesine “tamtamına” yaklaşamamış olmamızın temel sahiplerinden biri de, Külliyat’ı bir bütün olarak ele almayıp, sadece hususî ve indî mülahazalarla, belli “bir kısım” beyanları, risale ve mektupları “referans” olarak verme mecburiyetini duymaktır. Bu, acaba irade dışı bir “kullanım” hadisesi ya da –meşhur tabirle- “durumdan vazife çıkarma” hâli midir,  bilinmez.

 “Niyet ve nazar” meselesinin “su-i istimâl”e uğraması, Risale-i Nur Külliyatı gibi bir pırlanta yahut “elmas kıymetindeki” hakikatin “tam” olarak anlaşılıp, bu vatan ahalisine kazandırılmasına set çekiyor, Bediüzzaman gibi bir “sahib-i zamanın”in bütün Müslümanlarca kabulüne mani oluyor; bütün insanlık ondan mahrum edilmiş oluyor. Buna kimin hakkı var ve bu vebalin altından nasıl kalkacak?

“O bîçâreler, ‘Kalbimiz Üstad ile beraberdir’ fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. halbuki ‘ehl-i ilhadın cereyanı’na kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın, ‘Kalbim sâfîdir, Üstadımın mesleğine sâdıktır’ demesi bu misâle benzer ki; birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor; hades vuku buluyor. Ona, ‘Namazın bozuldu’ denildiği vakit o diyor: ‘Neden namazım bozulsun, kalbim safîdir.” (Mektûbât, s. 401 beyânıyla açıklığa kavuşturulan hadise, sadece dünün veya dar bir dairenin değil, “umum ümmet”e şâmil olması gereken bir hâldir. “İcabatı” bunca geniş görülen bir hadiseye “eğri büğrü” ayna olma  yükünün altından kalkmak hangi “babayiğidin” kârı olabilecektir!

Sadede dönelim; indî ve hususî niyetler neticesi olarak, Külliyat’tan “referans” gösterme mecburiyeti ve zarureti-veya sıkıntısı-acaba “Eserlerin” bize şart koştuğu bir “usûl” müdür?

Külliyat’ı “şöyle bir” tetkik edince  hiç bir zaman böyle “ayıklayıcı”-yahut seçkinci-bir anlayışla karşılaşmıyoruz. Orada sadece hakikat ve “nass”ların “bu asrın idrakine” sunulduğunu, “tebeddül-ü esmậ” ile gösterildiğine şahit oluyoruz. “Tebeddül-ü esma ile hakikat tebeddül etmez” şeklindeki meşhur beyan çokların aklındadır.

 

 Bir diğer tespit de, Risale-i Nur Külliyatı’nda yapılan “tefsir” ve izahlardan hemen sonra-bazen de önce Din-i Mübin-i İslâm’ın ve “şeairin” öz kaynakları olan Kur’ân ve Hadis’e atıflarda bulunması, “Şer’i Şerif ‘in icabatının hatırlatılması; Selef-i Salihîn’in (r.a.) mevzuu “açıcı” beyanlarına yer verilmesi, hatta Selef-i Salihîn’den ve Evliyâ’dan bâzıları için (Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, Mevlâna Hâlid, Gavs-ı Âzâm, imam-ı Rabbânî gibi…) “Üstadlarımdan…” şeklinde bahis açılması, Külliyat’ı “tefhim” gayretinin hangi merkezlerden hareketle gerçekleşebileceğinin  ifadesidir.

Unutmamak gerekir ki, “Üstad-ı Küll, Rehber-i Ekmel, En büyük Üstad” tâbirleri de Kitap ve Sünnet’e müteveccihtir. Onları göz ardı eden bir “gaflet”le Külliyat’ı anladığını söylemek, kuru bir iddiadan öteye gidemez. Temel öğreticiler ve “nass”larla uyum sağlamayan “yorum”ların, hem “Eserler”in, hem de “umum kardeşlerin hukukuna bir taarruz” (İhlas Risalesi) hükmünde olduğu da bedihîdir.

Hem “Risale dâva değil, dava içinde bürhan” değil midir? (Mektubat, 376)

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )