Aslâ ümitsiz olmamak gerektir. Hiçbir gece devamlı olamaz. Hiçbir kış
müebbeden süremez. Yaratışta zulüm yoktur. Yaratan, Âdil-i Mutlaktır.
İmtihanlar belli sürelerde yapılır. Nihâyet sonuca ulaşılacaktır.
Netîceler açıklanacaktır. Bu denemeden mağlup çıkanlar, yüzleri kara
ve pişman; başarılı olanlar sevinçli ve çektiklerini unutmuş olarak
mükâfata erişecektir. Sabır lâzımdır, tahammül lâzımdır.
Zulme uğrayanlar ya haklarını dünyâda alacaklardır; yâhut daha başka
bir zamanda adâlet yerini bulacaktır. Çoğu kere hak edenin hakkı
ödenmemekte ve haksızlık yapan cezâsını bulmamaktadır. Bu durum, bizi
ümitsizliğe düşürmemelidir. Er – geç her hesâbın görüleceği, her
hakkın verileceği bir dîvân kurulacaktır. Buna hem îmânımız vardır,
hem bu hususta gözle görülen deliller cereyan edip durmaktadır.
Ömür dakîkaları akıp geçerken, bir yandan imtihanımızı
tamamladığımızı ve bir yandan da gerekli vazîfeleri yüz akıyla yapıp
bitirmek zorunda olduğumuzu aklımızdan çıkarmamak gerektir. Tâ ki,
başımıza gelen her işte hikmetin izini, yüzünü görelim; olan biteni
yorumlarken hatâya düşmeyelim… Her adımda uyanık, mükellefiyetinin
ve mes’ûliyetinin şuurunda, yaptığı hareketin sonuçlarını tahmin
edecek bir durumda bulunalım.
Olayların meydana gelişindeki ana sebepleri, bir takım bahânelerle
başkalarına yüklemeyelim. Her işin altında yatan sâiki iyi
değerlendirelim. Yanlışlıkların neden ileri geldiğini hesaplayalım.
Yapılması gereken ve üstümüze düşen her tedbire başvurduk mu? Kendi
görevimizi hakkıyla îfâ ettik mi? Cenâb-ı Allah’ın kâinatta yürürlüğe
koyduğu kurallara gerektiği gibi uyduk mu? Bunları tarafsızca ve
âdilâne düşünelim.
Hayâtları ile bizlere örnek teşkil eden Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav) ve seçkin ashâbının (ra), İslâm büyüklerinin yaşayışlarını ve
davranışlarını dikkate alalım. Onların başlarından geçen pek çok vâkıa
bize rehberlik etsin. O hallerden ders ve ibret alalım. Yaptıkları
doğruları uygulayalım. Vaziyetimizde onlardan farklılık varsa;
bunlardan zaman ve zemînin mecbur kıldıkları hangileridir, nefsimizin
bahâne buldukları hangileridir, temyîz edelim.
Tek başına kalındığında çözülemeyecek bir çok konunun, birlikte
düşünerek ve danışarak daha sıhhatli ve hayırlı şekilde
halledilebileceğini düşünelim. “Fikr-i infirâdî, ben bilirim, en üstün
akıl benimkidir” gibi saçmalıklara saplanmayalım. Cemâatteki kuvvet ve
isâbetin şahıs tarafından kazanılamayacağını îtirâf edelim.
Rahmânirrahîm olan Allah’ın rahmetinin topluluk üzerinde tecellî
ettiğini unutmayalım. Benlikten ve yalnız karar vermek tehlikesinden
hem kendimizi, hem içinde bulunduğumuz topluluğu korumuş olalım.
El ve gönül birliğiyle üstünden gelinmeyecek bir iş; altından
kalkılmayacak bir zorluk olmadığını bilelim. Dört fertten 1111
kuvvetini kazanmak için gerekli kevnî kànuna uymak zorunda olduğumuzu
artık idrâk ederek; âzâmî ihlâsı, âzâmî sebâtı, âzâmî sadâkatı
kendimize hareket düsturu yapalım. Pınarın çevresine karşılıksız hayat
kaynağı suyu akıttığı gibi, nûrun etrâfını menfaat beklemeden
aydınlattığı gibi her varlığa, her insana, her görüş ve düşünce
sâhibine faydalı olalım. İyimserlik ve ümit aşılayalım.
Hiçbir hâdiseden aslâ yılmayalım, korkmayalım. Olanın, hakkımızda en
iyisi olduğunu; olmayanın, hayırlı bir netîce sebebiyle olmadığını
kabûl edelim. Bize düşeni yaptıktan sonra, isterse ve hikmeti iktizâ
ederse başarılı kılmanın Cenâb-ı Hakk’a âit bir vazîfe olduğunu;
sonucu meydana getirmenin bizim sorumluluğumuzda ve yükümlülüğümüzde
bulunmadığını bilmenin rahatıyla, gönül huzûru içinde günümüzü ve
ömrümüzü noktalayalım.