Nurdan Haber

Abdussamed Efendi; Fransızca, matematik, geometri ve mantık bilen bir Şeyh

Abdussamed Efendi; Fransızca, matematik, geometri ve mantık bilen bir Şeyh
01 Ekim 2016 - 13:22

Nurdanhaber – Haber Merkezi

ABDUSSAMED EFENDİ

Abdussamed Efendi, Adıyaman’ın Besni ilçesinde uzun yıllar ikamet etmiş, çok değerli bir âlimdir.

1992 yılında Besni’de vefat eden bu muhterem zat aslen Diyarbakırlı’dır. Doğunun tanınmış fıkıh ve tefsir âlimi olan Abdussamed Efendi; Fransızca, matematik, geometri ve mantık gibi müsbet ilimleri de bilen bir insandır.

Uzun yıllar Besni’de Kur’ân kursu öğretmenliği de yapmıştır. Abdussamed Efendi, Doğuda çok tanınan ve çok sevilen ünlü bir şeyh olan Seyda Hazretlerinin en önemli talebesidir. Tahsil hayatı Şeyh Seyda’nın yanında Cizre’de geçmiştir. Hocasının himayesinde yetişmiş ve çok zaman da hocasının yerine medresedeki talebeleri okutmuştur. Şeyh Seyda, aynı zamanda bir tarikat şeyhidir. Çevresinde binlerce müridi olmuştur. Suriye, Irak ve İran’da da bağlıları vardır. Abdussamed Efendi de, hocasının hem asistanı hem de halifesi makamında bulunmuştur.

Şeyh Seyda, Bediüzzaman Said Nursi’nin, 1961 yılında Urfa’da vefatı dolayısıyla, talebeleriyle birlikte gıyabî cenaze namazını kılmıştır. Kendisi çok ünlü bir âlim ve tarikat erbabı olduğu halde, Bediüzzaman Said Nursi’ye büyük değer vermiş ve saygı göstermiştir.

İşte bu değerli âlimin en kıymetli talebesi, asistanı ve halifesi olan Abdussamed Efendiyle, 1983 yılında Besni’de tanışmıştık. O zaman öğretmendim ve kendisini ziyarete gitmiştim. Etrafı kalabalık, kendisine hizmet eden insanları, geleni gideni çoktu. Abdussamed Efendi’nin yanına oturdum. Bana: “Sen Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Risale-i Nur kitaplarını okuyor musun?” diye sordu. Şaşırmıştım. Beni ilk defa tanıyordu. Ve özellikle ilgi duyduğum ve alâkadar olduğum hususu, bir keramet gibi ortaya koymuştu. “Evet, okuyorum” dedim. “Oku, o eserler bu zamanın fitnesini ve İslâm’a gelen tenkitleri bertaraf ediyor. İmansız ve Kur’ân’sız kalmış, aklı ve fikri kirlenmiş insanlar bu kitapları çok okumalıdırlar” dedi.

Yanında oturan kişilerden biraz yaşlıca, bıyıksız ve fötr şapkalı birisi söze karışarak: “Efendim,” dedi. “Ben malûmunuz emekli müftüyüm. O zatta ve onun eserlerinde öyle üstün ve çekici bir taraf görmedim. Neden övüp duruyorsunuz?”

Abdussamed Efendi, kızarak sert bir çıkışta bulundu. “Müftü Efendi,” dedi. “Bizler tarikat ehli, hoca ve din adamları olarak, camiye ve cemaatimize gelen dindar insanlarla meşgul oluyoruz. Onların zaten imanları var. Yaptığımız şey, onların imanlarını kuvvetlendirmektir. Ama asıl önemli olan hizmet, camiye ve cemaate gelmeyen, sokak ahlâksızlığına düşmüş veya inkârla imanını kaybetmiş kişileri kurtarmaktır. İşte Bediüzzaman Said Nursi eserleriyle ve hizmetiyle, bu tip insanları kurtarmaya çalışmıştır. Bediüzzaman Said Nursi’ye dil uzatmak ve hizmetini tenkit etmek, dinsizlik ve imansızlık hesabına geçer. Dikkat et hata ediyorsun. Anlaşılan sen Bediüzzaman Said Nursi’yi ve eserlerini hiç tanımamışsın. İlk yapacağın şey derhal Risale-i Nur’dan istifade etmek olsun.”

Bir müftünün; dünyaya mal olmuş iman ve Kur’ân hizmetlerinin sahibi Bediüzzaman Said Nursi’yi ve Risale-i Nur eserlerini tenkit etmesi, oradaki insanlara son derece garip gelmişti. Ayrıca, bıyıksız, fötr şapkalı bir müftü tipine de ilk defa rastlıyordum.

Abdussamed Efendi devam ediyordu: “Ben bugüne kadar yazılmış olan Kur’ân tefsirlerinin hepsini inceledim. İddia ediyorum ki hepsini toplayın, Bediüzzaman Said Nursi’nin yalnızca ‘İşarât’ül İ’câz’ isimli bir kitabına ulaşamazlar. Risale-i Nur ‘Tuluattır, nûhattır’. Kalbe doğmuş ve yazdırılmış bir tefsirdir. Kesbî değil, vehbî bir çalışmadır. Yani çalışarak elde edilen bir ilimle yazılmamış, tamamen izn-i İlâhî ile yazılmıştır. Zaten kitapları okuyan her akl-ı selim, ele alınan mevzulara ve verilen cevaplara bir insan dehasının yetmeyeceğini görecektir.”

Abdussamed Efendi, karşısında kendisini dinleyen müftü efendinin tatmin olmadığını anlamış olacak ki: “Müftü Efendi” dedi. “İyi dinle sana bir de hatıra anlatacağım. Bu hatırayı bir iki defa anlatmıştım. Ama şimdi sırası geldi, yeniden anlatmam lâzımdır:

“Ben Cizre’de Şeyh Seyda Hazretlerinin medresesinde okuyordum. Aynı zamanda Şeyh Hazretleri gelmediği vakit de onun yerine hocalık yapıyordum. “Bir gün medresemizde yatsı namazını kılmış, sohbet ediyorduk. Şeyh Hazretleri kendi mescidine çekilmişti.

O esnada, bir ilçede müftülük yapan ve aynı zamanda Şeyh Hazretlerinin talebesi olan bir arkadaşım geldi, sohbete karıştı. -‘Arkadaşlar!’ dedi. -‘Beni dinleyiniz sizlere çok önemli bir şey söyleyeceğim.’ Hepimiz sustuk. Müftü Efendiyi dinlemeye başladık. “Benim hanımım boş olsun ki, Bediüzzaman Said Nursi ahirzamanda beklenen zattır. Hizmetiyle ve çalışmalarıyla o cemiyete huzur getirecektir ve gençliği imansızlıktan o koruyacaktır.” Beklenmedik bu iddia ve tespite hepimiz de büyük tepki gösterdik. “Yahu sen aklını mı kaçırdın? Neden hanımını boşuyorsun. Ya değilse? Senin hanım gitti” diye itirazda bulunduk. “Sonra bu çok önemli meseleyi biz bilemeyiz. Bizlerin ilmî seviyesi buna yeterli değil. Bunu ancak Şeyh Hazretleri bilir. Bu konuyu gidip, ona soralım… Acaba o ne diyecek?

Kalktık müftü efendi ve ben, Şeyh Hazretlerine gittik. Vakit de epeyce geçmişti. Şeyh Hazretleri, her vakit kendisinin rahatsız edilebileceği konusunda bana müsaade vermişti. Ben her vakit kapısını çalıyordum. Mescidine gittik. Mum yanıyor, Şeyh Hazretleri ayakta, elini bağlamış ve kıbleye doğru dönmüş birisiyle konuşuyor. Ama konuştuğu kişi ortada yoktur. Pencerede bir müddet, büyük bir heyecan içinde bu hâli müşahede ettik. Dinledik ki, Şeyh Hazretleri soru soruyor, o görülmeyen zat da cevap veriyor. Ama ne cevaplar… Kendisini göremediğimiz bu zat kimdir, diye merak içinde kaldık.

Şeyh Efendinin bu konuşması bitince kapıyı dövdük ve içeri girdik. Şeyh Hazretleri: “Gelin evlâtlarım” dedi. “Ne için geldiğinizi biliyorum. Müftü efendinin nikâhı sağlam ve hanımı ‘boş’ olmamıştır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri beklenen zattır. Sizin de müşahede ettiğiniz konuşmayı, Bediüzzaman Hazretleriyle yapıyordum. O, şimdi Barla‘dadır. Ben, kendisine müşkillerimi ve sorularımı arz ettim O da cevap verdiler. Bu 10 yıldır sürmektedir. O yalnızca benim değil bütün âlem-i İslâmın üstadıdır. Ben huzur-u İlâhîye, O zata talebe olmanın şerefiyle çıkmak istiyorum.” Şeyh Efendi ağlamaya başladı. Bizler donakalmıştık.

Ama ne yazık ki bu muhterem insan (Bediüzzaman), hürmet ve saygı göreceği yerde, hayatı hapis ve sürgünlerle geçti. Fakat o dünya makamını şöhretini bir tarafa bıraktı, Kur’ân ve iman hizmetinde fani oldu, bakî bir hizmet vücuda getirdi. Bize şimdi düşen, bu hizmetten istifade etmek ve bu hizmet ehillerine dua etmektir.”

Müftü Efendi kalktı, Abdussamed Efendi’nin eline sarıldı. “Affedersiniz şeyhim,” dedi. “Hata ettim. Beni bağışlayın lütfen…” Abdussamed Efendi ise: “Seni Allah bağışlasın” diye cevap verdi. Bu ibretli hatıra karşısında, donakalmıştım.

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )