Bediüzzaman, Denizli hapishanesinde dokuz ay mevkuf kalmıştı. Burada iman ve Kur’ân hakikatlarının nuru olan “On Birinci Şua”yı, Meyve Risalesi’ni yazmıştı.
Bu dersi şöyle takdim etmektedir:
“Denizli hapsinin bir meyvesi: Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. Ve bu hapsimizde hakikî müdafaanamemiz dahi budur. Çünkü, yalnız buna çalışıyoruz.
“Bu risale, Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki Cuma gününün mahsulüdür.”
Şairlerin, ediplerin ve diğer insanların “hapishane, maphushane, kodes, zindan” dedikleri bu menzile Bediüzzaman “Medrese-i Yusufiye” ismini vermiştir. Zeliha’nın iftirası üzerine atıldığı hapishane, Yusuf Aleyhisselâmın şeref vermesiyle bir dershane, bir medrese olmuştu, Bu tesbiti ve keşfi yapan Bediüzzaman buraya Yusuf”un(a.s.) medresesi, dershanesi ismini vermişti.
l5 Haziran l944 tarihinde tahliye edilen Bedüzzaman, Halil Bektaş’ın o zaman Denizli’deki meşhur Şehir Otelinde bir buçuk ay kadar, aziz bir misafir olarak kalmıştı. Nihayet Ankara’nın verdiği karar üzerine, Afyon vilâyetinin Emirdağ kazasında oturması emredilmişti!
3l Temmuz l944 Perşembe günü Denizli’den alınarak Afyon vilâyetine getirilip, Ankara Oteline yerleştirildi. Burada da yirmi gün kadar kaldıktan sonra, Ağustos ayının sonlarına doğru, Şarklı Tahir isimli bir polis memurunun nezaretinde, ikindiden sonra, akşama yakın, Şaban ayı içinde Emirdağ’a getirildi. Emirdağ, artık Bediüzzaman’ın bir asra yaklaşan ömrünün son menzili sayılırdı. Burada l950 yılına kadar devamlı, 1950’den sonra zaman zaman uğradığı, kaldığı bir belde olmuştu.
Edipler Emirdağ’la alâkalı olarak çeşitli eserler vermişlerdir. Denizlili şair, mutasavvıf, veli ve edip bir zat olan Hasan Feyzi Yüregil, Üstad’ının Emirdağ’da zehirlenmesinden dolayı vefat haberini almış gibi kaleme aldığı çok içli ve dertli mersiyesinde acıklı bir tablo çizmekte, bu tablonun Emirdağ’la alâkalı kısmında şunları ifade etmektedir:
“Ah, o Emirdağ! Biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlayamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik. O dağ hakikaten Emir dağı mı; yoksa esir dağı mı? O dağ bize bir dağ oldu. O dağın vurduğu dağ yine bizi dağladı. Onun dağı bizi yaktı kavurdu. O dağ bizim dağımız üzerine binlerle dağ olup hepimizi dağladı, hüzün ve elem verdi. Ah, o dağ yüz binlerle kardeşin yetim kalmasını kasdetti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı.
Hâsılı, o dağ seni harap, bizi kebap etti, Üstadım. Ona emir dağı değil, “emer dağı ve ecel dağı” demeli. Seni aramızdan alıp kendine ve içine çeken o dağa emir dağı değil, emen dağı demeli, ey ‘Evemen kâne meyten fe ahyeynâhu nefsi’ himayesiyle dirilen Üstadımız, ‘Said de öldü’ desek inanırlar mı? Hem Said ölür mü? Ölen şaki ve hayvan değil midir? Buyurduğun gibi, bu ancak bir yer değiştirme ve muvakkat bir ayrılmadır, fakat bizim için çok acı, çok.”
Hekimoğlu İsmail “Yokuş” isimli kitabında “Emirdağ’da Sabah” başlığı altında Bediüzzaman’ın Emirdağ’a girişini, aydınlık, güneş, nur ve sabah olarak anlatır, tavsif eder.
Mehmed Önder de “Aldı Sözü Anadolu” isimli eserinde Emirdağ bahsine “Emirdağ’larından öteye yol gider” ile başlar. Hakikaten müellif bilmeden, bilemeden Emirdağ’dan öteye, çok ötelere giden nur yolunun, Nurs yolunun izahını yapmakta, Emirdağ efsanesini anlatmaktadır.
Emirdağ, adını, yanı başında yükselen Emirdağ dağlarından alır. Aslında emirdağ şehrinin ilk adı Muslucalı’dır. Bu adın Selçuklular devrinde bölgeye yerleştirilen Oğuz oymaklarından birisinin beyi olan Musluca’dan geldiği söylenir. Sultan Abdülaziz devrinde Muslucalı’ya çok sayıda göçmen yerleştirilmiş ve adı Aziziye olmuş, cumhuriyetten sonra Emirdağ adı verilmiştir.
Bolvadin’de Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin torununa ait olduğu söylenen bir türbe bulunmaktadır.
Merhum Arif Nihad Asya bir dörtlüğünde şunu ifade etmektedir:
“Bolvadin’de Şeyh Abdülkadir-i Geylâni ve adaşları,
Çevrende muhafız sekiz on arkadaşın
Ceylânîler, Kadirîler, Kadriyeler,
Abdiller olmak istemişler adaşın!”
Haliyle Bolvadin ve Emirdağ’da Geylâni ismi Ceylân olarak dolaşmaktadır insanlar arasında…
Emirdağ’a Kerkük’ten Musul’dan gelen Türkmen aşiretleri içinde “Gayretli” lâkaplı bir zat da vardı. Bu zatın neslini babadan oğula doğru şöyle sıralayabiliriz:
Gayretli Mustafa,
Süleyman Ali,
Hacı Osman Dede,
Derviş Ali.
Derviş Ali’nin altı evladı vardı. Bu evlâtlar Nur Külliyatı’nın mektuplarında “Çalışkanlar Hanedanı” diye geçmektedir. Musul’un “Gayretli oğulları, ” Türkiye’de, Emirdağ’da ve Nur’larda “Çalışkanlar Hanedanı” olmuştu.
Derviş Ali’nin bu altı bahtiyar biraderler şunlardır:
- Osman Çalışkan (l899-l965)
2. Abdullah Çalışkan (l902-l952)
3. Hasan Çalışkan (l908-l979)
4. Mehmed Çalışkan (l905-l984)
5. Ahmed Çalışkan ()
6. Mahmud Çalışkan (l936- 2016)
Çalışkanlar hanedanından Mehmed Çalışkan‘ın oğlu olan Ceylân Çalışkan dehâ derecesinde bir zekâya sahipti. Çok küçük yaşta Bediüzzaman’ın hizmetine girmiş, mânevî bir evlât olmuştu.
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)