Nurdanhaber – Köşe Yazıları
15 Temmuzda halkımız umulmadık bir şekilde meydanlara inip, iman gücüyle tanklara ve mermilere göğüslerini siper ederek FETÖ’cü Askeri Darbe Teşebbüsünü geri püskürtmüş ve Allah’ın izniyle faşistlere kul köle olmaktan kendini kurtarmıştır.
Faşistlerin suçüstü yakalanmasına sebep olan 15 Temmuz Cuntası darbe bildirisi “Yurtta Sulh Konseyi ve Atatürkçü düşüncenin bekası” vurgusu ile kendini ele vermiştir. Şimdi ise dünün Kamalist darbecileri, hükümetin utangaç politikacıları sayesinde kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Faşistleri anlarım lakin hükümetin bu politikacılarını anlamak mümkün değil!
Balyoz davasında olduğu gibi apaçık darbe konulu plan semineri fütursuzca yapılan konuşmalara rağmen FETÖ’nün davayı murdar etmesi sonucunda eylemler beraatla sonuçlanmıştır. Şimdi sıra Kamalist darbe yapılanmasını masum gösterme çabalarına gelmiştir. Oysa Türkiye’de Osmanlının son yüzyılından bu yana yaklaşık 100 yıldır kesintisiz açık veya gizli askeri vesayet düzeni ve askeri darbe süreci yaşanmıştır.
Bütün bu darbelerin ana gerekçesi din düşmanlığı ve batı yaşam tarzının dayatılmasıdır. Bunun taşeronları ise Kamalistlerdir. Balyoz davasından yargılanan, hüküm giyen daha sonra parelel yapı ile mücadele sürecinde serbest bırakılıp, tutuksuz yargılamaları devam eden subayların bugün kahraman gibi bu darbecilerin yerlerine atanmaları endişe vericidir. Zira bunların hepsi suçlu olmasa dahi önemli bir kısmı geçmişte tıpkı şu anda FETÖ’cülerin yaptığı gibi Kamalizm adına askeri darbe teşebbüsünde bulunmaktan çekinmemişlerdir.
Ülkemizin geleceği açısından önemli günleri yaşadığımız bu dönemde unutulmaması gereken husus şudur: Devlet içindeki iktidar mücadelesinde, faşist güç odaklarından sadece bir tanesinin giriştiği darbe başarısız olmuştur. Bu da FETÖ’dür fakat diğerleri hala ayakta ve güçlerini korumaktadır.
12 Eylül askeri rejimi anayasasının rafa kaldırılıp sivil anayasa çalışmalarının yapıldığı bir zamanda faşistlerin Avrupa kamuoyunu arkalarına alarak halkın tanklara meydan okumasını görmemesi affedilemez. “Anayasal düzen ancak asker eliyle tesis edilebilir” ve “halk sürece ancak itaat ederek dahil olabilir” diyerek hezeyanlarını ortaya koyan bu insanlara karşı yeni anayasa çalışmaları çok önemlidir.
Askeri müdahaleler başarılı olduğu oranda ordunun devleti yönetme gücü artmış bu sayede orduyu özerkleştirmişlerdir. Adeta devlet içinde devlet kurulmuştur. Burada özerkleşme; devlet yapısı içinde ve siyasal iktidar karşısında ordunun iç ve dış siyaset konularında doğrudan rol oynamasını ifade etmektedir.
Bütün darbeler iç ve özellikle de dış sosyal ve siyasal aktörlerin müdahil olduğu güç ilişkileri içerisinde belirlenmiştir. Her bir askeri müdahale bu güç ilişkileri karşısında konum alışa göre bu toplumsal ve siyasal aktörler üzerinde güçlendirici veya zayıflatıcı etkiler meydana getirmiştir. Özellikle Fevzi Çakmak yönetimindeki silahlı kuvvetler, muhalif güç odaklarını tasfiye etmesiyle birlikte asker-sivil ilişkileri tek parti rejimindeki formuna bürünmüştür. Tek parti ideolojisini kendine ilke edinen ordu yönetimi artık milletinin değil “M. Kamal’ın ordusu” olmuştur.
Kamalizm’in yılmaz bekçiliğini yapan bu askerler, canları sıkıldıkça toplumun ana damarına bu azınlık adına müdahale edip hizaya sokmaya devam etmişlerdir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bunlar arasında en baskın ve belirleyici olanlarıdır. 12 Eylül sonrası Türkiye’de artık kökleşmiş bir “Sürekli Darbe Rejimi” hâkim olmuştur. Meşru iktidar yanında bir de gölge iktidar söz konusu olmuş bazen çeşitli kaza ve vakıalarla bu görünmeyen iktidarın ipuçları yakalanmış olsa dahi kimse arkasını araştırmaya cesaret edememiştir.
Kim kiminle ne iş yapıyor bilinmez, kime çalışıyor tahmin edilemez, her an en yakınındakinin ihanetine uğrayıp faili meçhul bir cinayete kurban gitmenin riski göze alınamazdı. Fakat halkımızın 15 Temmuzdaki onurlu başkaldırışı bu gidişe son vermiştir. Hükümete düşen görev ise tekrar geriye gidişi önlemek faşist unsurlardan devleti ve orduyu temizlemektir, vesselam…
Nurdanhaber – Köşe Yazıları
15 Temmuzda halkımız umulmadık bir şekilde meydanlara inip, iman gücüyle tanklara ve mermilere göğüslerini siper ederek FETÖ’cü Askeri Darbe Teşebbüsünü geri püskürtmüş ve Allah’ın izniyle faşistlere kul köle olmaktan kendini kurtarmıştır.
Faşistlerin suçüstü yakalanmasına sebep olan 15 Temmuz Cuntası darbe bildirisi “Yurtta Sulh Konseyi ve Atatürkçü düşüncenin bekası” vurgusu ile kendini ele vermiştir. Şimdi ise dünün Kamalist darbecileri, hükümetin utangaç politikacıları sayesinde kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Faşistleri anlarım lakin hükümetin bu politikacılarını anlamak mümkün değil!
Balyoz davasında olduğu gibi apaçık darbe konulu plan semineri fütursuzca yapılan konuşmalara rağmen FETÖ’nün davayı murdar etmesi sonucunda eylemler beraatla sonuçlanmıştır. Şimdi sıra Kamalist darbe yapılanmasını masum gösterme çabalarına gelmiştir. Oysa Türkiye’de Osmanlının son yüzyılından bu yana yaklaşık 100 yıldır kesintisiz açık veya gizli askeri vesayet düzeni ve askeri darbe süreci yaşanmıştır.
Bütün bu darbelerin ana gerekçesi din düşmanlığı ve batı yaşam tarzının dayatılmasıdır. Bunun taşeronları ise Kamalistlerdir. Balyoz davasından yargılanan, hüküm giyen daha sonra parelel yapı ile mücadele sürecinde serbest bırakılıp, tutuksuz yargılamaları devam eden subayların bugün kahraman gibi bu darbecilerin yerlerine atanmaları endişe vericidir. Zira bunların hepsi suçlu olmasa dahi önemli bir kısmı geçmişte tıpkı şu anda FETÖ’cülerin yaptığı gibi Kamalizm adına askeri darbe teşebbüsünde bulunmaktan çekinmemişlerdir.
Ülkemizin geleceği açısından önemli günleri yaşadığımız bu dönemde unutulmaması gereken husus şudur: Devlet içindeki iktidar mücadelesinde, faşist güç odaklarından sadece bir tanesinin giriştiği darbe başarısız olmuştur. Bu da FETÖ’dür fakat diğerleri hala ayakta ve güçlerini korumaktadır.
12 Eylül askeri rejimi anayasasının rafa kaldırılıp sivil anayasa çalışmalarının yapıldığı bir zamanda faşistlerin Avrupa kamuoyunu arkalarına alarak halkın tanklara meydan okumasını görmemesi affedilemez. “Anayasal düzen ancak asker eliyle tesis edilebilir” ve “halk sürece ancak itaat ederek dahil olabilir” diyerek hezeyanlarını ortaya koyan bu insanlara karşı yeni anayasa çalışmaları çok önemlidir.
Askeri müdahaleler başarılı olduğu oranda ordunun devleti yönetme gücü artmış bu sayede orduyu özerkleştirmişlerdir. Adeta devlet içinde devlet kurulmuştur. Burada özerkleşme; devlet yapısı içinde ve siyasal iktidar karşısında ordunun iç ve dış siyaset konularında doğrudan rol oynamasını ifade etmektedir.
Bütün darbeler iç ve özellikle de dış sosyal ve siyasal aktörlerin müdahil olduğu güç ilişkileri içerisinde belirlenmiştir. Her bir askeri müdahale bu güç ilişkileri karşısında konum alışa göre bu toplumsal ve siyasal aktörler üzerinde güçlendirici veya zayıflatıcı etkiler meydana getirmiştir. Özellikle Fevzi Çakmak yönetimindeki silahlı kuvvetler, muhalif güç odaklarını tasfiye etmesiyle birlikte asker-sivil ilişkileri tek parti rejimindeki formuna bürünmüştür. Tek parti ideolojisini kendine ilke edinen ordu yönetimi artık milletinin değil “M. Kamal’ın ordusu” olmuştur.
Kamalizm’in yılmaz bekçiliğini yapan bu askerler, canları sıkıldıkça toplumun ana damarına bu azınlık adına müdahale edip hizaya sokmaya devam etmişlerdir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bunlar arasında en baskın ve belirleyici olanlarıdır. 12 Eylül sonrası Türkiye’de artık kökleşmiş bir “Sürekli Darbe Rejimi” hâkim olmuştur. Meşru iktidar yanında bir de gölge iktidar söz konusu olmuş bazen çeşitli kaza ve vakıalarla bu görünmeyen iktidarın ipuçları yakalanmış olsa dahi kimse arkasını araştırmaya cesaret edememiştir.
Kim kiminle ne iş yapıyor bilinmez, kime çalışıyor tahmin edilemez, her an en yakınındakinin ihanetine uğrayıp faili meçhul bir cinayete kurban gitmenin riski göze alınamazdı. Fakat halkımızın 15 Temmuzdaki onurlu başkaldırışı bu gidişe son vermiştir. Hükümete düşen görev ise tekrar geriye gidişi önlemek faşist unsurlardan devleti ve orduyu temizlemektir, vesselam…