Emin Bey, Şark aşiret beylerinden. Kastamonu’da Bediüzzaman’a hizmet etmişti. l943’de Denizli’de dokuz ay mevkuf kaldı. O da diğer Nur talebeleri gibi berâat etti. l967 yılında Van’da bir trafik kazasında yanarak şehid oldu.
Aziz Şehid Emin Bey
Memleketi olan Van’da ona “Yemen Bey” diyorlar. Üstad’ı Emin Bey olarak değiştirmişti. ismini. Nur talebeleri de “Çaycı Emin Ağabey” demekteydiler. Doğu Anadolu’dan sürgün olarak Kastamonu’ya gönderilmişti. Nasrullah Camiinin şadırvanında bir çay ocağı kurarak çaycılık yapıyordu.
Emin Beyin Kastamonu’ya gelişinin üzerinden on yıl kadar geçmişti. Yıllar ne çabuk geçiyordu? Ama bu çabuk geçen yılları , bir de vatanından ayrı düşmüş olan gurbetzedelere sormak gerekti. Emin Bey bitmeyen gurbet yıllarını sayıp duruyordu.
Yıl: 1936
Nasrullah Şadırvanına, ilk defa gördüğü yaşlı bir insan gelmişti. Bir bekçinin doldurduğu testinin başında nezaret ediyordu. Kıyafeti bir hocayı andırıyordu. Sarıklı, cübbeli… Kastamonu’da, bir Osmanlı Şeyhülislâmın heybetiyle, fütursuz dolaşıyordu, hem de 1936 yılında.
Emin Bey ihtiyarsız olarak kalktı, doğru yanına yaklaşarak selâm verdi.
“Sen nerelisin kurban?”
“Beni takip ediyorlar, bana yaklaşma, sana zararım dokunur.”
İşte bu hasbilik, bu samimiyet, Emin Beyin gönlünü tutuşturmaya yetmişti. Nasıl tekrar görüşebilir, diye çırpınıp duruyordu.
İsterseniz gelin dün başladığımız Emin Beyin hatıralarının devamını kendi ağzından dinleyelim:
Kaybolan çoraplar
“Yine bir gün, Üstad’ın yanına gittiğimde kaybolan çorabını arıyordu. Ben de kendisine yardım ettim. Bana dedi ki:
“Kardeşim ben çoraplarımı her yerde aradım, hattâ (gülerek) kibrit kutusunun içini bile aradım! Bazı meczup evliyalar var, bana yardım edecekleri yerde, benimle ekleşiyorlar. Halbuki bu ızdırapların, bu şiddetli takiplerin altında bana yardım etmeleri lâzımken, bana yardım etmiyorlar, bilâkis, böyle maniler çıkararak, benimle ekleşiyorlar. Bu Halk Partisinin şiddetinde bana niçin yardım etmiyorlar? (Gülümseyerek), ‘Beş yüz banknot (lira) tazminat vermezlerse kabul etmem.’ dedi.
“Tebessüm ederek kalktı, abdest alıp namaza durdu. Sonra duasını yaptı. Daha sonra, soba deliğine bakıyordu. Çorabın ucu, sobanın borusunun yanından çıkmış sarkmıştı. Meğer fareler çorabı alıp sobanın içinden götürmüşler, soba deliğine bırakmışlardı. Üstad, ‘Bunda bir hikmet-i İlâhi var’ dedi.
“Meğer daha önce Risale-i Nur’un bazı parçalarını soba deliğine saklamış. Fakat zamanla oraya koyduğu hatırından çıkmış. Nur’un parçalarını oradan alarak başka, daha emin bir yere sakladık. Az sonra kapı çaldı, polis jandarma ve bekçiler içeri doldular. Her tarafı didik didik aradılar, fakat bir şey bulamayınca zabıt tutarak çıkıp gittiler.
“Bu fare ve arama meselesini kendisi daha sonra kaleme aldı.”
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)