İstanbul’un ilk Risale-i Nur talebelerinden Galip Gigin anlatıyor:
“Pertevniyal Lisesinde okuyordum. Bir arkadaş bana ondan bahsetti. O günlerde, yol gösterdiği gençler için yazdığı Gençlik Rehberi isimli kitabını elde ettim. Bu hakikatli dersler için, akıl fukaraları onu mahkemeye sevk etmişti. Sonra Asa-yı Musa, Nur Çeşmesi ve Sözler isimli esreleri ile tanıştım.
“O zamana kadar bir hayli kitap okumuştum. Okumaya karşı küçük yaştan beri ilgim fazla idi. Fakat onun eserlerinden her biri, bana okkalı bir kütüphaneden daha muhtevalı ve değerli göründü. Ve bu kanaatimi de hep muhafaza ettim.
“İstanbul’a gelmiştim. Muhsin ve Ziya isimli yüksek felsefe tahsili yapan gençleri tanıdım, onların delaletiyle ziyaret ettim. Büyük ve muhteşemdi. Nereli olduğumu sordu, Artvinli olduğumu, lisede okuduğumu söyledim.
“O zaman sevgi ve şefkatle bana önemli ikazlar yaptı. Komünistlerin iki dehşetli yalan ve fitne ile beşeriyeti esaret altına almaya çalıştığını, insan topluluklarında huzur, barış ve sevgiyi yok ederek, zalim ve müstebit idarelerini kurmak gayretinde olduklarını anlattı.
“Bu iki iğrenç silâhın biri: Zavallı, ilerisini ve sonunu düşünmeyen gençlere nefislerine hoş gelen bir serbestî (özgürlük) vermek. Onları, başı boşluk ve ahlâksızlığa iterek ellerine geçirmek ve kör bir âlet olarak kullanmaktı. Bunun için namus, iffet, haya duygularına düşmandılar. Namuslu insanların haysiyet ve şereflerini, serseri ahlâksızlara peşkeş çekerlerdi.
“İkincisi: Emek ve alınteri ile tasarruflarla elde edilmiş varlıkları, tembel, serseri ve berduşlara peşkeş çekerek hak-hukuk bilmeyen bir kısım maceracı ve lüpçülere vadederek, o zavallıları menfi menfur emellerine âlet etmeleriydi. Elbet o serserileri, onlara umut vererek kendi uğursuz saltanatlarını gerçekleştirmek için kullanacaklardır.
“Tevazü ve mahviyette emsalsizdi”
“Biz, serhat boylarının çocukları, böyle insan soyunun tiksinip titrediği bu musibete karşı, sair kimselerden on defa imanlı ve iman hizmetinde gayretli olmalıydık.
“Nur Risaleleri bütün küfür ve şirkin ateşlerini söndürecek, bütün dalâlet ve batıl efkârı susturacak güçte ve kuvvetteydi.
“İlim ve hakikat noktasında, bütün şer fikir ve kuvvetleri mağlûp etmişti. Ondan istifade edilmeliydi. Onu elde edersek hiçbir batıl cereyan bizi mağlûp edemezdi. Ve elhak öyledir. Onun eserlerini anlayarak okuyan, hiçbir surette sarsılmaz, yolunu şaşırmaz; Hak ve hakikatten uzaklaşmaz.
“Kendilerini yakînen tanıdıktan ve eserlerini dikkatle okuduktan sonra, beni çok etkileyen belli başlı müşahedelerim şunlar oldu:
“İnandığı gibi yazan ve yaşayan bir insandı. Söyledikleri ile yaşayışı arasında en ufak bir tezat yoktu. Asrımızın aydınlarında çok görülen riya, müdahene, gerçek dışı, şahsî ikbal ve menfaati için söz ve hareket onda yoktu. İndinde, hakkın hatırı yüksekti ve hiçbir hatıra feda edilemezdi.
“Samimiyetin, sadakatin, ihlas ve hakperestliğin müşahhas bir sembolüydü. Gerçek âlim, fâzıl ve büyüktü. Onun rehberliğinden bu milleti ve gençleri mahrum edenlerse, gerçekten cani idiler.
“Tevazü ve mahviyette emsalsizdi. Eserlerinde bizzat kendisini eleştiren, sözlerinin akıl terazisine vurulmasını isteyen, kendisine candan bağlı olanları daima bu yolda ikaz eden ve onları, şuurlu, muhakemeli, olgun birer varlık haline getirmek isteyen o idi.
“Okuyanlar bilirler: Lem’alar’da, Muhakemat’ta ve Lahikalar’da, böyle son derece hikmetli ikazları vardır. Hâl böyle iken, hiçbir kıymet tanımayan kıskanç, geri ve çağdışı kafalar, ona, tamamen bunun tersi bir takım vasıflar izafe etmek istemişlerdir.
“Fevkalâde mahviyetiyle, ‘Üstad’ım’ dediği İmam-ı Gazalî Hazretleri, Eyyühel-Veled’inde, daima peder mevkiindedir. Muhataplarına ‘Ey oğul’ diye hitap etmektir. Said Nur ise, mürşid mevkiinde olduğu halde, daima muhataplarına ‘kardeşim’ hitabı ile konuşur. Mesnevi-i Nuriye eserinde, klişeleşmiş hitabı ‘İ’lem Eyyühel-Aziz’dir. Daima ‘Ey aziz kardeşim’ diye hitap etmektedir.
“Bir kitabın neşri hizmetinde, gencecik bir talebe iken ziyaretine gitmiştim. Dedemden daha yaşlı o ilim ve irfan kutbu, elini ve öpmeyi saadet bilen bu vasıfsız hayranına elini öptürmemişti. Beni kucaklamış, alnımdan öpmüş ve ‘kardeşim’ diyerek kalbinin ve sesinin bütün sıcaklığı ile kucaklamış, hizmetin kudsiyetinden Kur’ân hizmetinin her şeyden yüce olduğundan bahsetmişti. Gerekli hizmetleri yapamadığımızdan üzülmememizi, Kur’ân hizmeti için uyanık bekçiler olduğumuzu; nöbetçi bir askerin, hiçbir vukuat olmasa da, o hizmetindeki ciddî görev duygusu ile gazilerin aynı sevabını, binaenaleyh hiç mahzun olmamak gerektiğini, gene ciddiyetle anlatmıştı.
“Gerek davranışlarındaki bu ciddiyet ve samimiyet, gerekse Kur’ân ve iman hizmetindeki üslubu fevkalâde câlib-i dikkattir. Eserleriyle ve davranışlarıyla göstermiştir ki; yeni tabiriyle, tam anlamıyla çağdaştır, demokrattır, hürriyetçi ve medeniyetçidir. Bütün beşer ondan sevgi, kardeşlik, feragat ve fedakârlık öğrenebilir.
“Faziletinin zekâtını dağıtsa, aydın geçinen çağdışı bir çok büyük ve küçükbaş insanı, faziletçe bayağı zengin edebilir.
“Bu dava için defalarca sorguya çekildik. Risale-i Nur’dan aldığımız hakikat dersleriyle hiç başımız eğilmedi. Bizi sorguya çekenleri, o büyük Üstadımızdan aldığımız derslerle mağlûp ettik. Çünkü: O ve dâvası, yakın çağların bir benzerini gösteremeyeceği emsalsiz bir mazlumdu. Fiilen zulmün ve keyfî idarenin mahkûmuydu. Fakat hiç bir zâlime serfüru etmeyen bir kahramandı.
“Yetiştirdiği muhteşem insanlar, Hüsrevler, Rüştüler, Tahirler, Refetler, Hasan ve Ahmet Feyziler, Muallim Galipler, Zübeyirler, Atıflar, Ceylânlar, yaşayanlar ve ölenler hepsi de muhteşem, fazilet, feragat, ihlas sembolü kişilerdir.
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, dördüncü cildinden derlenmiştir…)