“O kabir ziyaretini istemiyordu’ diyerek başladı anlatmaya H. Yaşar… ‘Evet istemiyordu o. Devam eden kötü âdetlerden de çok sıkılıyordu. ‘Ben dünya ile alakamı kesmek istiyorum. Tüccar değilim, falan değilim. Benim kabrimi iki talebemden başkası bilmeyecek. Şarkta garbda olsa okunan Fatiha gelir bulur’ derdi. Üstad bunu vefatından iki ay evvel söylemişti.
“Vefatını duyduğumda bana anlattıklarını hatırladım”
“Bir gün ikindi vakti vefatını duyduk. Hemen Abdülvahid Tabakçı ve bir arkadaş daha olmak üzere Emirdağ’ına vardık. Oradan da Konya’ya gittik. Isparta’dan gelenlerle buluştuk. Halıcı Sabri’yi de alarak Urfa’ya akşama ancak varabildik. Naaşınınn defnedildiğini teessürler öğrendik.
“İki ay sonra Kurban Bayramının arkasından kabrini ziyarete gittim. İki bayram arası Halilürrahman Dergâhı, Bediüzzaman Dergâhı olmuştu. Orada düşündüm, kendisinin kabrinin bilinmeyeceği ile ilgili sözlerini…
“Dönüşümden birkaç ay sonra bir gece telefon acı acı çaldı. Ahizeden teyzemin kocası: ‘Yaşar, Üstad Hazretlerinin kabrini bu gece götürüyorlar. Burada sıkıyönetim ilan edildi.’ dedi.
“Urfa’ya gidip bir daha ziyaret edeyim diyordum. Düşünceme meşhur vaiz H.Abdullah Toprak’a açtım: ‘İlk defnedilen yerdedir. Cesed nereye giderse gitsin, ruh orada bâkidir.’ dedi.
“Gittim, ziyaretinde bulundum. Hatta orada bana Bediüzzaman-ı Hemedânî’nin kabrini de gösterdiler.”
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)