Nurdan Haber

Aynı ümmetin parçalarından biri diğerine mülteci olmaz

Aynı ümmetin parçalarından biri diğerine mülteci olmaz
15 Eylül 2015 - 14:13

İslam’ın gayri müslim mültecilerle alakalı kural getirdiğini biliyor muydunuz? Bilmiyorsanız, öğrenmenin  tam zamanı.  Hatta bu meselenin Osmanlı döneminde derin izler bıraktığı ve hararetli bir tartışmaya neden olduğunu hatırlamanın zamanıdır.  Müslümanlar aynı ümmetin parçaları olduğundan dolayı İslam diyarında yer değiştirmeler sığınmacılık sayılmaz. Yeni yurtlarında mülteci değil,  muhacir ve göçmen olurlar. Onlara mülteci dense bile bu statü meselesinden çok dil alışkanlığı sonucudur. Istılahi değil lugavidir.  Mekkeli muhacirler Medine’de kendilerine ensar yani hamiler bulmuşlardır ve Mekkelilere göçmenler ve muhacirler denmiştir.  Balkanlar’dan Anadolu’ya sığınanlara da sığınmacı veya mülteciden ziyade muhacir denmiştir. 

 Bununla birlikte İslam ve Kur’an gayri Müslim göçmenlere iltica statüsü tanımıştır.  İslam hukukunda mülteci meselesiyle alakalı müstakil kitaplar kaleme alınmıştır.  Ayette açıkça haklarına temas ediliyor. Tevbe Suresinin altını ayetinde onların statüsü şöyle ifade edilmektedir :” Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri (gayri Müslim, müşrik) senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir…”

Meşhur tarihçimiz ve hukukçumuz Ahmet Cevdet Paşa döneminde Macar ve Leh mültecilerin durumu gündeme gelmiş ve ünlü fıkıhçımız Ahmet Cevdet Paşa bu ayetin ışığında gayri Müslim ve Hıristiyan mültecilerin Osmanlı topraklarına alınmasını teşvik etmiştir.  Zaten Osmanlı toprakları sürekli olarak Yahudi veya Hıristiyan gayri Müslimlere kucak açmıştır. Barınmalarına vesile olmuştur. Mazlumların ikinci yurdudur.    1492 yılında Endülüs’ün düşmesinden sonra Müslümanlarla birlikte kader birliği eden Yahudiler de Osmanlı topraklarına doğru yola çıkmışlar ya da Müslüman denizciler onları güvenli İslam topraklarına taşımışlardır.  İslam diyarına iltica etmişlerdir.  Tarih aynasında İspanya veya daha doğrusu Endülüs asıllı Yahudilerin Osmanlı topraklarındaki varlığı bu hadiseye dayanmaktadır.  Demek ki atalarımız hep alicenap davranmışlardır. Rusya ve Avusturya devletlerinin Leh ve Macarları sıkıştırması üzerine yine devreye Osmanlı girmiş ve onlara kucak açmış ve barındırmıştır. Polenezköy’ün kuruluşunun hikayesi bu tarihi olaya ve hadiseye dayanır.  İkinci Dünya Savaşı sırasında ise tarih yine tekerrür etmiş Hitler veya Almanlarla Ruslar arasında kalan Lehler (Polonyalılar) Katyn Ormanlarında kırımdan geçirilmişlerdir. Sonra bu cürümün Ruslar ve Stalin tarafından işlendiği netlik kazanmıştır. Yahudilerin kırımını gündemden indirmeyenler Leh kırımını şöyle böyle hatırlıyorlar. Galiba önemli olan Yahudilerin ölümüdür!    

Osmanlı toprakları Polonyalıların dışında Beyaz Rusların da iltica akımına sahne olmuştur. Bu topraklar dindaşına da dindaşı olmayanlara da yani bütün insanlara karşı müşfik ve misafirperverdir.  Ahmet Cevdet Paşa’nın tespitiyle Avrupa’nın peşin fikirlerini izale ede ve hayranlık ve gıptasını çeken bu olay yani Macar ve Leh mültecileri kabul edişimiz Doğu-Batı ilişkilerinde bir dönüm noktası olur ve bunu muhtasar olarak şöyle hikaye eder: O sırada mülteci meselesi zuhur etti.  Rusya ve Avusturya devletleri mültecilerin kendilerine iade ve teslimini istediler  ve Devlet-i  Aliye  ile kat’-ı  muhabere derecesine  geldiler.  Bâb-ı Alî  buna muvafakat  eylemeyip  Reşit  Paşa dinimizin  iktizasınca  mültecilerin himayesine mecburuz ve bu bapta  ma’zuruz  deyu  müdafaa  etti.  Bir Müslüman devletinin Hıristiyan mültecilerini himaye etmesi  Avrupa’ya pek acîp  tesir  etti. Avrupa’nın efkâr-ı  umumiyesi birdenbire Devlet-i  Aliye  lehine  dönüverdi.  Binaen alâ-zâlik  Kırım  muharebesi zuhurunda  Avrupaca hasıl  olan heyecân-ı efkâr  üzerine Fransa  ve İngiltere  ve Sardunya  devletleri  birbirini  çiğneyerek  Devlet-i  Aliye’nin imdadına  koştular, seğirttiler.  Ve inde’l-musalaha  Devlet-i  Aliyeyi  muvazene-i Avrupa’ya dahil ettiler (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10561.pdf ).

  Bir de duruma tersinden veya bugünün zaviyesinden bakalım. Resmen 5 Avrupa ülkesi Suriyeli sığınmacıları, Müslüman oldukları için kabul etmiyor.  Suriye veya Irak veya diğer İslam beldelerinden gelenler arasından; münhasıran azınlıklardan veya Hıristiyanlardan mülteci kabul etmek istiyorlar. Ahmet Davudoğlu bu durumu, yaklaşımı Müslümanlara kapalı ‘Avrupa Kalesi’ benzetmesiyle izah ıtmiştir. Avrupa laik bir christendom/Haçlı diyarı haline gelmiştir.  Yabancı ve Müslüman düşmanlığı yayılmaktadır. İslam düşmanlığını ise başköşeye yerleştirmek mümkündür.  Daha dün Osmanlıların misafir kabul ettikleri Lehlerin torunları Polonyalılar, Slovekya, Macar Cumhuriyeti Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs Rum Kesimi  Müslüman mültecileri reddeden bazı Avrupa ülkeleri. Bunların Myanmar gibi ülkelerden ne farkı var?

 Daha da acısı, bazı papazların da aşırı sağcılarla birlikte bu kampanyaya öncülük etmeleridir. Hollandalı aşırı İslam düşmanı Wilders ile Polonya Kilisesi Başpiskoposu Henrik Hauser aynı dili paylaşıyorlar. Mülteciler üzerinden İslam’ın yayılacağını ve Avrupa’yı istila edeceğini öngörüyorlar.  Başpiskopos Henrik Hauser bir zamanlar Asyalı barbar kavimlerin Avrupa’yı çiğnemeleri, istila etmeleri gibi Müslümanlar mültecilerin de Avrupa’yı istila ereceklerini öngörüyor. Bunu Hıristiyan toplumların çöküşüne ve doğurganlıklarını yitirmelerine bağlıyor. Bunun nedeni de bencillik ve hedonizmdir.  Henrik Hauser bu eğilimin daha da derinleştirilmesini tavsiye ediyor. Vicdanını bastır ve  kuşe-i uzletinde yaşa! Halbuki, belki de yabancıların gelmesi Avrupalıları hareket geçirir ve unuttuklarını hatırlatır. Dinamizm getirir. Başpiskopos ise Avrupa’nın kendi kendine çökmesini dışarıdan katkıya yeğliyor ve aşı yapılmasından daha hayırlı görüyor. Zira gözlerini taassup bürümüş ve bu işin insani ve hayırlı sonuçlarını, taraflarını görebilecek durumda değil. Siyasiler de onun gibi. Papa’nın kiliseleri ve evleri Suriyeli sığınmacılara açma talebi Avrupa’dan olumsuz karşılık görüyor.  Polonyalı Katolik siyasetçi Jaroslaw Gowin, Papa’nın yanıldığını ve sığınmacıların ülkeyi batıracaklarını ve münhasıran Hıristiyanların alınması gerektiğini savunuyor.

Bir zamanlar Osmanlı’nın Hıristiyanlıklarına bakmadan Avusturya ve Rus çizmesi altına ezilen atalarına sahip çıkmasına karşılık Macaristan Başbakanı Viktor Orban da aynı nakaratı tekrarlıyor, ‘  ülkemizde Müslüman nüfus istemiyoruz’ diyor.  Slovakya İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Ivan Metik de ülkelerinde Cami olmamasını gerekçe göstererek Müslüman mülteci barındıramayacaklarını ve kültürel ortamın buna uygun olmadığını belirtiyor.  Kültürel ortamı uygun hale getirme ve çoğulcu toplum modeline ise hiç kulak asmıyor. Oralı olmuyor. Evet atalarımız nerede onlar hangi vadide? Onlar bu meseleyi düşünmeden bile evvel, Kur’an-ı Kerim 1400 kusur sene evvel bu meselenin kurallarını bile vazetmiştir. Batı nefretle yaşıyor bu nefret içine kapanmasına neden oluyor. Bu ise yaşlılığı ve sonunu hazırlıyor. Dışarıdan bir pencere açılmasına bile razı olmuyorlar.  Yabancıyla yaşamaktansa bencillikleriyle ölmeyi tercih ediyorlar. Kendi düşen ağlamaz!

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )