Nurdan Haber

Bambaşka Bir İnsan, Bir Başka Üstad’dı.

Bambaşka Bir İnsan, Bir Başka Üstad’dı.
27 Eylül 2018 - 7:36

 

Bambaşka Bir İnsan, Bir Başka Üstad’dı.

Bediüzzamandı, zamanın eşsiz güzelliğiydi, Koca asır içinde ona denk kimse yoktu. Ama o sıradan insanların içinde sıradan biri gibi yaşadı.
Talebelerine “Kardeşlerim” diye hitap ediyor, “Ben sizin ders arkadaşınızım!” diyordu. Benlik, enaniyet, şan-şereften, makam kazanmaktan öldürücü zehir gibi kaçındı, hürmet istemedi “Zaman hürmet zamanı değil, hizmet zamanıdır.” dedi.
Mahviyet caddesinden, kibir çıkmazlarına sapmadı, tevazu semasının sultanlarındandı. “Lezzetli üzüm salkımlarının hasiyeti kuru çubuğunda aranılmaz!” diyerek nazarları Risale-i Nur’a, iman hakikatlerine çevirdi… Kendine makam verenlere hiddet etti, ihlas-ı etemm, tevazuyu mutlak istikametli yaşadı…
            Risale-i Nur’un ilk talebelerinden Yüzbaşı Re’fet Barutçu anlatıyor:
“Hüsrev Altınbaşak ile birlikte Nur risalelerini yazarak çoğaltıyorduk. Üstad üst odada idi. Bir ara kapı tıkırdadı ve açıldı. Birde ne görelim. Üstad hazretleri elindeki bir çay tepsisinde iki bardak çayla içeri girdi. Biz heyecan ve mahcubiyetle: “Aman Üstadım!” diye fırlayıp elinden tepsiyi almak istedik “Yo, yo ben size hizmet etmeye mecburum!” dedi. Aman Yarabbi birde mecburiyet ekliyor. Bu ne tevazu, bu ne nezaket…”
Kibir; kalbin kiri, gurur; pasıdır, Büyük görünmek, küçüklüğün alâmetidir. Tevazu; karakter kalitesi, ruhun süsüdür. Küçük görünmek ise, büyüklüğün alâmetidir… Elbette Bediüzzaman misüllü bir Zât tekebbüre tenezzül etmeyecekti…
Tevazunun arşındaki bu büyük Zât hakkında yine Re’fet Barutçu şu hatırasını anlatıyor:
“Kur’an hakikatlerini okuyor ve yazıyorduk. Çok istifade ediyorduk. Bu istifademizi ifade için bir gün kendisine “Biz sizi bulmasaydık ne yapardık Üstadım?” dedik. O yine yüksek tevazuundan bize cevaben: “Ben sizi bulmasaydım ne yapardım? Siz beni bulduğunuza, bir sevinseniz, ben sizi bulduğuma bin sevinmeliyim!” diyordu.
Eskişehir Hapishanesinde fıkhî meselelerde kendisine sual sorulduğunda, ilimde emsalsiz olan Bediüzzaman, Ahmet Hamdi Okur’u göstererek “içimizde müftü efendi var; o varken fetva vermek bana düşmez”diyordu.
Bediüzzaman kırlarda karşılaştığı çingenelerle de ilgilenmiş, onların da gönlüne girmiş müstesna bir Zât. Onları görünce yolunu değiştirmemiş, nurlu irşadlarından mahrum bırakmamış, “Siz dünyanın fani olduğunu anladığınızdan basit yerlerde oturuyorsunuz. Sizlerde göçebe olduğunuzdan dolayı benim meslektaşım sayılırsınız!” demişti…
Ali Ulvi Kurucu mühim bir hakikatın tesbitini Tarihçe-i Hayat’ın Ön sözünde şöyle yapmaktadır:
“Her hangi bir iklimde zuhur eden bir ıslahatçının mahiyet ve hakikatını, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar (ayna), dâvâsını ilâna başladığı ilk günlerde, muzaffer olduğu son günler arasında ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatında vücuda gelen değişiklik farklarıdır, derler.
Mesela: O adam ilk günlerde mütevazi, ali cenap, feragat ve mahviyetkâr, hulâsa; bütün ahlak ve fazilet bakımından cidden örnek olan gayet temiz ve son derece mümtaz bir şahsiyetti. Bakalım cihadında muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiş mi? Yoksa zafer neş’esiyle bir çok büyük sanılan kimseler gibi, yere göğe sığmaz mı olmuş?”
Yıl 1952. Bediüzzaman “Ölsün, gitsin, diye dağlarla çevrili Isparta’nın ücra bir köşesi Barla’ya atıldığı, yalnızlık, kimsesizlik, gariplik acısını çektiği yılları geride bırakmış, hakikat güneş gibi tulû etmiş halkın her kesiminden insanlar dâvâsına sahip çıkmış, bir zaman iman dâvâsında tek başınayken etrafını binlerce Nur’un fedaileri, genç Saidler sarmış ama O; tevazusundan hiçbir şey kaybetmemiş, dine yaptığı büyük hizmetleri kendine nispet etmemiş, ne sözünde ne halinde en küçük bir değişme görülmemişti…
Bediüzzaman Gençlik Rehberi davası için İstanbul Mahkemesinde bulunuyordu. Binlerce insan kalabalığı büyük bir izdiham, Asrın Kur’an Dellalına şahit olmak üzere mahkemenin bulunduğu bölgeyi mahşer yerine çevirmişti. Üstad yanındaki talebesi Hayrullah Lim’e soruyor: “Bu kadar insan burada niye toplanmışlar?” Hayrullah Lim ise pür heyecan, “Efendim bu insanlar sizi görmeye gelmişler, sizin için gelmişler!” diye cevap verir. Bediüzzaman ise sanki hiçbir şey yokmuş gibi gayet sakin bir eda ile “Acaib!” demiş ve yürümeye devam etmiştir…
İşte Bediüzzaman, tam kamil bir insan-ı küll….
Olmamış, eğreti duran, gayri fıtri hiçbir hali yok…
Eserleriyle Bediüzzaman olduğu gibi, hayatıyla da Bediüzzaman….

 

Bediüzzaman’ın Gönül Dünyasına Seyahat Etmek

Halk Partisinin dini yıkmak için çalıştığı karanlık, kapkaranlık günler. Dört kıta yedi iklimde Kur’anın bayraktarlığını yapan şanlı ecdadın izlerini silmek, din adına ne varsa tahrip etmak için şer faaliyetlerin tatbik edildiği talihsiz bir zaman.
Kastamonu’da yol çalışması, park yapılması bahanesiyle; tekkeler, türbeler, mübarek dergahlar kendilerini yıkılmaktan kurtaramıyorlar. Bu bedbahtlığa imza atan kişinin adı: Vali Avni Doğan.
Tarikat hizmetiyle, yıllarca Ümmet-i Muhammedi fazilet ve kemalât vadilerine kamçılayıp kâmil mü’min olmalarına çalışan bir mübarek aileye mensup Hilmi Sema Bey’in bu yapılanlar karşısında, çoktan sabrı tükenmiş, bıçak kemiğe dayanmıştı. Ve Hilmi Bey kararını vermişti, Avni Doğan’ı öldürecek, artık ona “dur!” diyecekti.
Silahını temin etmiş, bu düşünceler içinde çarşıda yürürken yolu Bediüzzaman’ın kaldığı, altı odunluk üstü iki odalı evin önüne düşer. Hayatındaki büyük bir değişimin başlangıcını yaşadığının farkında değildir. Bediüzzaman onu çağırmış, yazması için Tahmidiye Duasını vermişti. O gece sabaha kadar o kudsî dua mecmuasını yazan Hilmi Bey, noktayı koyduğunda değil adam öldürmek, bir karıncaya bile zarar verecek halde değildi. Duanın tesiriyle valiyi öldürmekten vazgeçmiş, Bediüzzaman’ın şefkat cazibesine kapılmıştı artık.
Bir devlet adamını öldürmekten Bediüzzaman Hazretlerinin himmetiyle kılpayı kurtulan Hilmi Bey, sırf isminin benzerliğinden bir başka devlet adamının zarar görmesine mani oluyordu.
Zamanın İçişleri Bakanı ve sonraları Halk Partisi Genel Sekreteri olan Hilmi Uran, âdeta Hilmi Sema Bey’in şefaatiyle Bediüzzaman’ın bedduasından kurtuluyordu. Bediüzzaman adı geçen devlet adamına yazdığı mektuplardan birinde “Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşamak hakkından mahrum edilen Said Nursi” şeklinde imza atıyor, bir başka mektubunda da ona şöyle diyordu:
“Hilmi Bey! Tâliin var. Ben hapiste ve burada iken hakkımda seni merhametsiz gördüm. Ne vakit hiddet ettim, bedduayı niyet ettim, Hilmi Bey namında benim bir kardeşim ve Nur’un has bir şakirdini her vakit hayırlı duamda ismiyle zikrettiğimden, sana beddua niyet ederken, bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi âdeta şefaatçi oldu, beni men’etti; ben de, o niyetten vazgeçtim.”
Ne ince ruh… Ne güzel bir gönül… Ne yüce bir insan…
Hilmi adındaki bir talebesine hürmeten, bedduaya müstehak bir başka Hilmi’yi affeden; Ruslara esir düştüğünde Kosturma’da kaldığı günlerde iki ihtiyar Tatar kadınların yardımlarından dolayı, kendisine zehir veren Afyon Savcısı Tatar olduğu için hakkını helâl eden, “Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem ondan hak talep etmeyeceğim” diyen; ısınamadığı için boşaltılan 60 kişilik koğuşa tek başına atıldığında, zulmün her türlüsünü yaşadığı için, tahammül edecek hali kalmayınca ellerini kaldırıp, sebep olan savcıya beddua edip, ahı arşı titreteceği sırada, dışarıda oynamakta olan üç yaşındaki kız çocuğunun savcının kızı olduğunu anlayınca ellerini indiren şefkat kahramanı Aziz Üstad; bir günde arabada giderken, yol kenarında bekleyen subaylara iki eliyle selâm verince, onlar süratle yüzlerini çevirirler. Bu soğuk harekete karşı O büyük insan; kalbi husumet denilen duyguyu tatmamış o muhabbet fedaisi; bu seferde arabanın arka camından, onların yüzlerine tebessüm ederek selâmlamaya devam ediyordu.
Talebelerinden Abdullah Yeğin anlatıyor:
“Emirdağ’da Samsun Mahkemesi için rapor almak icap etmişti. Oranın hükümet tabibini halk mason biliyordu. Hem de bu doktor Üstad’ın aleyhindeydi. Rapor vermesi de ihtimalden değildi. Öyle iken, Üstad onun müracaatını kabul etti ve doktoru eve davet ettik. Üstad’ın hakikaten hasta olduğunu, bir görüşmek iyi olacağını, daha ne söylendi bilmiyorum. Üstadımız yatıyordu. Doktor geldi. Onunla bir müddet yalnız görüştü. Sonradan öğrendiğimize göre, ona Üstadımız, başına neler geldiğini, esas gayesinin ne olduğunu anlatmış. Hakikaten hasta olduğunu, rapor alması lâzım geldiğini söylüyor ve diyor ki:
“Sen bana rapor verme, Eskişehir’e havale et. Sana bir zarar gelmesin!..” diyor. Ve Hüccetü’z-Zehra kitabını vererek, namaz kılmasını tavsiye ediyor. Doktor evden çıkarken;
“Biz Hoca Efendiyi bilememişiz, hakikaten tanıyamamışız!.. Şimdi namaz kılmakla borçlandım.” diyerek gitmişti.”
Bediüzzaman Denizli’deyken yanına Haydar Özarslan isimli bir sara hastasını getirirler ve muska yazmasını teklif ederler.
Bediüzzaman, “Biz muska vesaire yapmayız. Yalnız ben sana dua edeyim, sen de bu duaya “amin” de. Belki Allah şifa verir.” der ve ellerini açarak şu duayı yapar:
“Ya Rabbi! Bu kulun zayıf, dayanamıyor. Bunun hastalığını bana ver. Bu adama şifa ver!”
Bu duadan sonra o hastada saranın eseri kalmaz, şifa bulur.
Kendisinin aleyhinde olan doktorun zarar görmesine razı olamayan bir gönül… Çektiği hastalıklar, takat getirilmez musibetler yetmezmiş gibi bir sara hastasının hastalığını üzerine almak için dua eden bir gönül…
İşte bu Bediüzzaman’ın gönül dünyası…
Birkaç örnek eşliğinde, birkaç adımda olsa o dünyada seyahat etmek, ne büyük bahtiyarlık. O dünyanın her anında bir kemalât hazinesi bulmak mümkün.
Onu tanıyan, gönül dünyasına seyahat edenlere ne mutlu…
Onun nuruyla nurlanıp, âlemi şefkatle, muhabbetle, adaletle dolduranlara ne mutlu…
Ne mutlu onlara…

HALİL DÜLGÂR

– Yazarların gözüyle Bediüzzaman’ı tanımak

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )