Nurdan Haber

İlim ve Bediüzzaman

İlim ve Bediüzzaman
28 Eylül 2018 - 8:00

 

Sürgündeki Nur

Bir insan düşünün; insanlığın derdine derman olacak, insanlığı kurtaracak iksir var elinde…

Harabe gönülleri tamir etmekti gayesi, kirlenmiş ruhları temizlemekti ideali. Kalplerde iman saltanatını tesis etmekti dâvâsı, cennetten inen bir eldi sanki.
Pusulasını şaşırmış bir gemiydi yaşadığı asır, istikametini kaybetmişti insanlık, nurlu ufukları gösterdi nurlu elleriyle. Ama o ellere kelepçeler vuruldu…
Ve asrın halaskârı acılar ülkesine sürgün ediliyordu!…
Bir insan düşünün. Küfür karanlığına, cehalet zulümatına savaş açmış. Göz görü görmez bir zamanda, kara kışın ortasında tulû etmiş nurdan bahsediyor, ışığı gösteriyor…
İman meşalesini söndürmek isteyenler karşısında Onu buluyor. Aydınlık savaşçısı O Zât, gecenin inadına sabahtan müjdeler veriyor…
Gökteki yıldızları düşürmek için atılan taşlara göğsünü siper ediyor. Güneşin önüne çekilen perdeleri, meydan yarasalara kalmasın diye imanıyla yırtıyor…
Ve O Nurdan Adam karanlıklar ülkesine sürgün ediliyordu!…
Bir insan düşünün; küfür, dalalet, cehalet, sefahet ve ahlaksızlığın hükümferma olduğu günlerde, ruhları esaretten kurtarmak vazifesiyle dem ve damarlarına kadar boyanmış, inkâr-ı uluhiyet fikr-i meş’umunun zincirlerini kırmak için bu vatan gençliğinin imdadına koşuyor, özgürlük vadisinde dolu dizgin at koşturuyordu.
Allah diyor, Peygamber diyor, iman diyor; kokuşmuş, çürümüş gayr-i ahlakî kültürün maskesini düşürüyordu. Nefsin prangasını parçalıyor, imana hücum eden yılanları, akrepleri neşrettiği nur ile imha ediyor, şeytanın askerleriyle savaşıyor, Rükû ve sücut kancasıyla gururun hortumunu kırıp, Allah’a kul olmakla insanlığı hürriyetine kavuşturuyordu. Sırf bu yüzden, zindanlara atılıyor, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen bu adamın vücudu çürütülmek isteniyor ve O, mahkumiyet ülkesine sürgün ediliyordu!
İşte o insan Said Nursi, O Sürgündeki Nur.
Acıyı katık yaptı ekmeğine. Kaç defa zehirler şırınga edildi vücuduna. Gözlerinden yaş yerine kan akıttı islâm’ın derdi için. Bütün ömrü harp meydanlarında, esaret zindanlarında, memleket hapishanelerinde ve mahkemelerinde ve sürgünlerde geçti.
Mutluluktan uzakta, acıların ortasında sürgündü…
Hürriyetten uzakta, zindanlarda, tecrid-i mutlakta sürgündü…
Sıladan uzakta, gurbetin bağrında sürgündü…
O memleketten ötekine hep sürgündü…
O sürgündeki nur!..
Cemiyetin imanı kurtulması uğrunda, çekmediği cefa, görmediği eza kalmadı. Bu kadar ızdıraba rağmen, “Sürgündeki Nur” diyordu; “Bana ızdırap veren yalnız islâmın maruz kaldığı tehlikelerdir.”
Biz vuslata ulaşalım diye O, sürgünleri sıla gibi sevdi.
Biz beraata erişelim diye O, mahkemeleri sık sık ziyaret etti.
Biz ebedi saadete, cennet bostanlarna uçalım diye zindanları evi gibi saydı. O, çileyi yudum yudum içti. O, kan kustu, türlü türlü hakaretlere maruz kaldı, hayattan bin defa ölümü tercih ettirecek bir hayat yaşadı. Biz ihyâ olalım diye.
“Sürgündeki Nur” çoktan sılaya kavuştu. Vuslata ulaştı.
Arkasında bıraktığı Risale-i Nur namındaki nurlu eserleriyle irşad ettikleride küfür, dalalet, cehalet, ahlaksızlık ve sefahet sürgünlerinden iman çeşmesine, ab-ı hayat içmeye koşuyor, iman asansörüyle alâyı illiyyine yüceliyor…
“Sürgündeki Nur” un cazibesine kapılanlar, “vuslat yolcusu” oluyor ve olmaya da, dünyalar durdukça devam edecekler.

Ona ebediyen müteşekkiriz…

İlim ve Bediüzzaman

Bediüzzaman gibi yüce bir kametin vasıfları incelendiğinde her cihette en âzâmî mertebede olduğu açıkça anlaşılır ve insan hayretle şu sözü söylemeye mecbur olur: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenab-ı Hakk’a zor gelmez.”
“Bediüzzaman” denilince belki de ilk akla gelen, Onun bitmek tükenmek bilmeyen ilmidir, zaten “Bediüzzaman” unvanı da ehl-i ilim tarafından, ilimde eşi benzeri olmadığından Ona verilmiştir.
Üç ay gibi kısa bir zamanda İslâm’ın 90 temel kitabını ezberleyen bir hafızaya malik olması; katıldığı bütün ilmî münazaralar da, hangi sahadan olursa olsun sorulan her suale cevab-ı sevabla mukabele edebilen, bütün ilimleri kuşatan bir ilmî kudrete sahip bulunması; İstanbul’a geldiğinde, Şekerci Han’da ki odasının kapısına astığı,
“Mektep, medrese mensuplarından ve feylesoflardan, dinsiz ve dindarlardan her kimin bir suali varsa, hangi ilim ve fenden olursa olsun benden sorabilir. Sizden sual, benden cevap”
şeklindeki emsalsiz ve muhteşem ilânatla, ehl-i ilmi münazaraya davet etmesi; İkinci Meşrutiyet ve Hürriyetin ilânı günlerinde, Ayasofya Camii civarında bir çayhanede, Cami’ül- Ezher Reisi Şeyh Bahid Hazretlerinin, Osmanlı ve Avrupa’ya dair efkârının ne olduğu hususundaki sualine cevaben “Osmanlı Hükümeti Avrupa ile hamiledir. Avrupa gibi bir hükümet doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hamiledir. O da bir İslâm devleti doğuracak!” diyerek Osmanlı ve Avrupa’nın istikbalini dahi kuşatan ilmî basiretini göstermesi; Şeyh Bahid Hazretlerinin tasdikiyle hakkıyla “Bediüzzaman” olduğunu isbat etmesi; 1911’de Şam Ulemasının ısrarıyla, içinde yüz kadar alimin bulunduğu on bin kişiye Camii ül-Emeviye’de irâd buyurduğu, İslâm Dünyası’nın düştüğü keşmekeşten kurtulma çarelerini anlattığı, Kur’anî reçete olan Hutbe-i Şamiye isimli eser-i muhteşemiyle, ilmî şahsiyeti İslâm âleminde de takdir ve kabul görmesi; en nihayet İslamiyet ve Kur’an’a bin seneden beri yapılan tecavüzatı durduran, dalâletin temel taşlarını zîr-ü zeber eden, dinsizliği dirilmeyecek sûrette öldüren, okuyucularını küfür ve dalâlet karanlıklarından kurtarıp, iman nuruyla fazilet ve kemalât vadilerine kamçılayan, en kör cahilleri dahi alim-i münevver yapan, müştaklarını; ahlâksızlık depreminin maddi, manevi tahribatından kurtaran Risale-i Nur namındaki asrın Kur’an tefsirini yazarak, tecdit hareketi yapması; felâket ve helâket asrındaki, her dertli sinenin acısını ve ümidini,
“O nuru gönder İlâhi, asırlar oldu yeter,
 Bunaldı milletin afâkı bir sabah ister.”
diye terennüm eden M. Akif’in feryadına mukabil, “Şu istikbal içinde en yüksek gür sâda, İslam’ın sâdası olacaktır!” diye haykırarak, Risale-i Nur’la nurlu bir sâda halinde gönüllerde taht kurması gibi yüksek hallere mazhar olan, Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin ilmi hakkında konuşmak güneşli bir günde ışıktan bahsetmek gibi bir şeydir. Zira O; ilim sancağını en zirvelere taşımış,
“Alimler peygamberlerin varisleridir”
hadisine, ilmî cephesiyle de tam ayine olmuştur. İşte böyle bir Zât’ın ilmine itimat etmemek, güneş varken mumlarla yolunu aydınlatmaya çalışmak gibi bir zavallılıktır.
            Şimdi son sözü O’na bırakalım. Bir ilim okyanusu olan, ilim sahasının en uzmanı, asrın en alimi Bediüzzaman konuşsun. İşte haykırıyor:
            “Size katiyyen ve çok emarelerle ve kat’i kanaatimle beyan ediyorum ki; gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükümet, âlem-i İslâm’a ve dünyaya karşı, gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibraziyle gösterecektir.”

HALİL DÜLGÂR

– Yazarların gözüyle Bediüzzaman’ı tanımak

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )