Nurdan Haber

Üçüncü Remiz

Üçüncü Remiz
13 Nisan 2019 - 0:20

Sekizinci Şuâ

Üçüncü Bir Keramet-i Aleviye
ÜÇÜNCÜ REMİZ

Yirmi Sekizinci Lem’a’da izah ve ispat edilen

تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً ۞ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ

بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ ۞ بِقُدُّوسِ بَرْكُوتٍ بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ

fıkralarıyla Risale-i Nur’un üç ehemmiyetli vaziyetini haber veriyor. Bu fıkraların sarahate yakın bir surette hem cifir hem mana cihetiyle Risale-i Nur’a işaretini On Sekizinci Lem’a’da izahına binaen, burada ise orada zikredilmeyen ve İmam-ı Ali radıyallahu anhın nazar-ı dikkatini celbeden yalnız üç sırrı beyan edilecek:

Birincisi: İslâmlar içinde, dellâllar elinde teşhir suretinde gezdirmeye lâyık olan Risale-i Nur, maatteessüf gayet gizli perde altında intişar ve istitara mecbur olmasına işareten İmam-ı Ali radıyallahu anh, iki defa سِرًّا بَيَانَةً ve سِرًّا تَنَوَّرَتْ kelimeleriyle سِرًّا yani yalnız gizli intişar edebilir. Müteaccibane haber veriyor.

İkincisi: Risale-i Nur, ism-i a’zam cilvesiyle ve ism-i Rahîm ve Hakîm’in tecellisiyle zuhur ettiğinden imtiyazlı hâssası اَللّٰهُ اَكْبَرُ‌ den iktibasen celal ve kibriya ve بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ den istifazaten merhamet ve şefkat وَ هُوَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ den istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Sair meşreplerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur’un meşrebinde müştakane şefkattir ve re’fetkârane muhabbettir.

Nasıl ki Hazret-i İmam-ı Ali (ra) sarîh bir surette Siracünnur’un tarih-i telifini ve tekemmül zamanını ve meşhur ismini تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla haber vermiş. Öyle de بِنُورِ جَلَالٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ … اِلٰى اٰخِرِ fıkrasıyla da Siracünnur’un esaslarından haber veriyor. Çünkü جَلَالٍ بَازِخٍ izzet, azamet ve celal ve kibriyadır. شَرَنْطَخٍ Süryanîce Rauf ve بَرْكُوتٍ Rahîm’dir.

Demek, Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anh Siracünnur’u tarif ediyor. Hayatını ve nurunu, kibriya ve azamet ve re’fet ve rahîmiyetten alıyor diye mümtaz hâsiyetini beyan eder.

Üçüncüsü: Hazret-i İmam-ı Ali radıyallahu anh, bu fıkrada بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ cümlesiyle diyor ki: Bin üç yüz elli dörtte (1354) Siracünnur –yani Risale-i Nur’un nuru– ile dalaletin tecavüz eden nârı inşâallah sönecek. Yani fitne-i diniye ateşini ya tahribattan vazgeçirecek veya ileri tecavüzatını kıracak.

Eğer hicrî tarihi olsa bundan iki sene evvel, dini dünyadan tefrik fırsatından istifade ile dinin ve Kur’an’ın zararına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır. O set ise bu zamanda çok intişar eden Risale-i Nur’un keskin hüccetleri ve kuvvetli bürhanları olduğu, çok emareler ile hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki işaret-i Aleviye dahi onu teyid ediyor. (Hâşiye[2]) Evet, cifirce بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ : خ altı yüz, ت dört yüz, ر iki yüz, şeddeli ن yüz, م kırk, د ve üç elif yedi, بِهِ deki ب iki, ه beş, yekûnü bin üç yüz elli dört (1354) eder.

Lillahi’l-hamd Siracünnur’un El-Âyetü’l-Kübra’sı gibi çok risaleleri var. Her biri kuvvetli birer lamba hükmünde sırat-ı müstakimi gösterip İmam-ı Ali radıyallahu anhın haberini tasdik ettiriyorlar.

Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ gibi bin üç yüz elli dört (1354) tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan ve Said’in (ra) iki maruf lakabına remzen ve ismen îma eden ve “Kendini muhafaza et!” emrini veren ve o tarihte herkesten ziyade müteaddid tehlikelere maruz bulunacağını telvih eden “Ercuze”nin âhirlerindeki

فَاسْئَلْ لِمَوْلَاكَ الْعَظٖيمِ الشَّانِ

يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ

بِاَنْ يَقٖيكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ

وَ شَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَ مِحْنَةٍ

fıkrasıyla diyor: “Yâ Saide’l-Kürdî! Bin üç yüz elli dört (1354) tarihine yetişirsen Mevla-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar.”

Evet, On Sekizinci Lem’a’da Birinci Keramet-i Aleviye’nin izahında, Kaside-i Ercuziye’nin Risale-i Nur ve müellifine dair işarat-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i a’zam ve sekine tabir ettiği esma-i sitte-i meşhure ile daima meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emareler ve karinelerle o şakird, Said olduğu ispat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş:

اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا بِتَّ بِهَا الْاَمٖيرُ وَالْفَقٖيرَا Yani ecnebi hurufları bin üç yüz kırk sekizde (1348) tamim edilecek, çoluk çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.

Evet سُطِّرَتْ تَسْطٖيرًا cümlesi tam tamına; iki ت sekiz yüz, iki س yüz yirmi, iki ر dört yüz, iki ط on sekiz, bir ى on, mecmuu bin üç yüz kırk sekizdir. Aynı tarihte Latinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı.

Sonra İmam-ı Ali (ra) Sekine ile meşgul olan Said’e (ra) bakar, konuşur. Akabinde يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ der. İki üç yerde kuvvetli işaret ile Said (ra) ismini verdiği şakirdine hitaben “Kendini Sekine ile dua edip muhafazaya çalış!” Yâ-i nidaîden sonra müteaddid karineler ve emareler ile Said var. Demek يَا سَعٖيدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ olur. Bu fıkra nasıl ki مُدْرِكًا kelimesiyle “El-Kürdî” lakabına hem lafzen hem cifren bakar. Çünkü mimsiz دركًا Kürd kalbidir. (*[3]) Mim ise “lâm” ve “ye”ye tam muvafıktır.

Öyle de diğer bir ismi olan Bedîüzzaman lakabına dahi “ez-zaman” kelimesiyle îma etmekle beraber bin üç yüz elli dört (1354) veya bin üç yüz elli beş (1355) makam-ı cifrîsiyle Said’in (ra) hakikat-i halini ve hilaf-ı âdet vaziyetini ve hıfz ve vikaye için kesretli duasını ve halvet ve inzivasını tamamıyla tabir ve ifade ettiğinden sarahate yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor. Burada da بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ sırrına mazhar olan Risale-i Nur’u alkışlıyor.

Malûm olsun ki Celcelutiye’nin esası ve ruhu olan اَلْقَسَمُ الْجَامِعُ وَالدَّعْوَةُ الشَّرٖيفَةُ وَالْاِسْمُ الْاَعْظَمُ İmam-ı Ali radıyallahu anhın en mühim ve en müdakkik Üveysî bir şakirdi ve İslâmiyet’in en meşhur ve parlak bir hücceti olan İmam-ı Gazalî (ra) Hüccetü’l-İslâm diyor ki: “Onlar vahiy ile Peygamber’e (asm) nâzil olduğu vakit İmam-ı Ali’ye (ra) emretti: Yaz! O da yazdı. Sonra nazmetti.” İmam-ı Gazalî (ra) diyor:

اِنَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةَ الشَّرٖيفَةَ وَ الْوِفْقَ الْعَظٖيمَ وَ الْقَسَمَ الْجَامِعَ وَ الْاِسْمَ الْاَعْظَمَ وَ السِّرَّ الْمَكْنُونَ الْمُعَظَّمَ بِلَا شَكٍّ كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الدُّنْيَا وَ الْاٰخِرَةِ

İmam-ı Gazalî, İmam-ı Nureddin’den ders alarak bu Celcelutiye’nin hem Süryanî kelimelerini hem kıymetini ve hâsiyetini şerh etmiş.

Kaynak: Risale-i Nur

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )