Nurdan Haber

Keramet-i Gavsiye Münasebetiyle hangi Noktalar Beyan Edilecek

Keramet-i Gavsiye Münasebetiyle hangi Noktalar Beyan Edilecek
24 Nisan 2019 - 0:20

Sekizinci Lem’a

Şu Keramet-i Gavsiye Münasebetiyle Üç Nokta Beyan Edilecek

Birinci Nokta: Hazret-i Gavs’ın kasidesinin başında bu beş satırdan evvel; acib, pek garib, çok beliğ, nazdarane tahdis-i nimet suretinde bir dava-yı iftiharkârane ifade eden iki sahifelik kasidesindeki hârika davasına delil olarak bir keramet-i bâhireyi âdeta mu’cizeye yakın bir hârikayı göstermek lâzım geliyordu. İşte o akılları hayrette bırakan mertebeye lâyık olduğunu gösterir bir keramet izhar etti ki sekiz yüz sene bir mesafede Cenab-ı Hakk’ın izniyle, i’lamıyla zamanımızı tafsilatıyla görür tarzında, bizim gibi âciz, zayıf talebelerine ders verip teşvik eder. İşte Hazret-i Gavs’ın davasına bu ihbar-ı gaybîsi en bâhir bürhan olduğu gibi Risale-i Nur’un eczalarının hakkaniyet ve ulviyetine bir hüccet-i kātıa hükmündedir. Evet Hazret-i Şeyh, bu kasidesiyle Sözler’in hakkaniyetini imza ediyor.

İkinci Nokta: Ehl-i tarîkat ve hakikatçe müttefekun aleyh bir esas var ki: Tarîk-ı Hak’ta sülûk eden bir insan, nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lâzım gelir ki nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fena fi’ş-şeyh hükmüne gelir. “Ben” dediği vakit, şeyhinin hissiyatıyla konuşur ve hâkeza… Tâ fena fi’r-resul, fena fillaha kadar gider.

Mesela, nasıl ki gayet fedakâr ve sadık bir hizmetkâr, bir yaver, efendisinin hissiyatıyla güya kendisi kendisinin efendisidir ve padişahıdır gibi konuşur. “Ben böyle istiyorum.” der; yani “Benim seyyidim, üstadım, sultanım böyle istiyor.” Çünkü kendini unutmuş, yalnız onu düşünüyor. “Böyle emrediyor.” der.

Öyle de Gavs-ı Geylanî, o hârika kasidesinin tazammun ettiği ezvak-ı fevkalâde, Hazret-i Şeyh’in sırr-ı azîm-i Ehl-i Beyt’in irsiyetiyle Âl-i Beyt’in şahs-ı manevîsinin makamı noktasında ve Zat-ı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâmın verasetiyle hakikat-i Muhammediyesinde (asm) kendini gördüğü gibi fena-yı mutlak ile Cenab-ı Hakk’ın tecelli-i zatîsine mazhariyet noktasında, kasidesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmeyen onu söyleyemez, söylese mes’uldür.

Hazret-i Şeyh veraset-i mutlaka noktasında, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın kadem-i mübareğini omuzunda gördüğü için kendi kademini evliyanın omuzuna o sırdan bırakıyor. Kasidesinde zahir görünen temeddüh ve iftihar değil belki tahdis-i nimet ve âlî bir şükürdür. Yalnız bu kadar var ki muhibbiyet makamı olan makam-ı niyazdan, mahbubiyet makamı olan nazdarlık makamına çıkmış. Yani tarîk-ı acz ve fakrdan, meşreb-i aşk ve istiğraka girmiş. Ve kendine olan niam-ı azîme-i İlahiyeyi yâd edip bihakkın müftehirane şükretmiştir.

Üçüncü Nokta: Keramet, mu’cize gibi Cenab-ı Hakk’ın fiilidir, hediyesidir, ihsanıdır ve ikramıdır; beşerin fiili değildir. O keramete mazhar olan zat ise bazen biliyor, bazen bilmiyor; vukuundan sonra bilir. Keramete mazhariyetini kable’l-vuku bilen ve ikram-ı İlahîye ihtiyarıyla tevfik-i hareket eden kısım, eğer enaniyetten bütün bütün tecerrüd etmiş ise ve Hazret-i Gavs gibi kudsiyet kesbetmiş ise Cenab-ı Hakk’ın izniyle, o kerametin her tarafını bilerek kendisi sahip çıkar, bilir ve bildirir. Fakat bununla beraber, madem o keramet ikramdır; bütün tafsilatıyla keramet sahibine de meşhud olmak lâzım değildir.

Bu sırra binaen Hazret-i Şeyh i’lam-ı Rabbanî ve izn-i İlahî ile bu asrı görmüş ve hizmet-i Kur’aniyenin etrafında bizleri müşahede edip nazar-ı şefkatiyle bakmış. O beş satır, sırf bir keramet ve intak-ı bi’l-hak ve bir ikram-ı İlahî ve veraset-i Nebeviye itibarıyla zuhur ettiğinden mu’cizevari, kudret-i beşer fevkinde bir şekil almış. Sun’î, irade-i Şeyh ile olduğu değildir. Çünkü intaktır. Ruh-u kudsîsi hissetmiş, görmüş. İrade ve ihtiyar yetişemiyor. Akıl ise ruhun harekâtını ihata edemez. Lisan, ne kadar aklın dekaik-ı tasavvuratının tercümesinde âciz ise ihtiyar dahi ruhun dekaik-ı harekâtının derkinde o derece âcizdir.

Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece hârika bir keramete mazhardır ki kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyet’i kabul edemiyoruz fakat Abdülkadir-i Geylanî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vehhabî’nin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyh’i inkâr edemiyorlar. Evliya onun derece-i celaletine yetişmediği, bütün ehl-i tarîkatça teslim edilmiştir.

İşte böyle güneş gibi bir mu’cize-i Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm) yüksek ve sönmez bir bârika-i İslâmiyet olan bir zat-ı nuraninin gayb-aşina nazarıyla asrımızı görüp, böyle bir keramet izharıyla teselli verip teşci etmek şe’nindendir.

Acaba hiç mümkün müdür ki “Sultanü’l-evliya” makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izn-i İlahî ile görmüş ve mematında dahi hayatındaki gibi daimî tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velayet, bu asrımıza ve bu asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur’an’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna maruz ve teselli ve temine muhtaç bîçare Kur’an’ın hâdimlerine ve talebelerine lâkayt kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki bizimle münasebettar olmasın? Sekiz dokuz belki on beş kuvvetli delilden kat’-ı nazar, edna bir işaret kelâmında bulunsa bize baktığına delâlet eder; hafî bir işaret etse kâfidir. Çünkü makam iktiza ediyor, mutabık-ı mukteza-yı haldir ve münasebet kavîdir.

Ey benimle beraber Hazret-i Şeyh’in teveccüh ve duasına mazhar kardeşlerim! Şu üstadımız, bizi istikbalde adem zulümatı içinde düşünüp bizimle meşgul olurken, biz o mazide mevcud ve nur perdeleri içinde Üstadımızı ve Üstadımızın üstadı ve ceddi olan Fahrü’l-âlemîn aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin teveccühlerinden gaflet etmek, onlara istinad etmemek lâyık mıdır? Madem onlar bizi düşünüyorlar, biz de bütün kuvvet ve ruhumuzla onlara itimat edip ve emirlerine bilâ-kayd u şart itaat etmeliyiz.

Ehl-i dünyanın telsiz telgraf ve telefonları şarktan garba gittiği gibi işte ehl-i hakikatin de maziden, dokuz yüz sene mesafe-i azîmeden müstakbele böyle manevî telefonları işleyebilir ve manevî teleskopları görebilir. Malûmdur ki zayıf emareler içtima ettikçe kuvvet bulur, delil hükmüne geçer. İncecik ipler, içtima ettikçe kopmaz halat olur. Küllî umumî kayıtlar, içtima ettikçe hususiyet peyda edip taayyün eder. Bu sırra binaen, Hazret-i Şeyh’in bu beş satırında sekiz dokuz kuvvetli işaretin içtimaında hiç şek ve şüphe bırakmadı ki Hazret-i Şeyh, şimdiki Kur’an-ı Hakîm’in şakirdlerine biiznillah üstadlık ediyor, bihavlillah şefkati altında himaye ediyor.

Cem’-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet

İle üç sütun üzerine durur

Râyet-i ulviyet-i şeyh-i hakkanîdir hitab-ı Abdülkadir

İlham-ı Hudâ, kitab-ı Abdülkadir

Bâzü’l-eşheb ferd-i ferîd-i deveran

Gavs-ı A’zam Cenab-ı Abdülkadir.

Said Nursî

***

Kaynak: Risale-i Nur

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )