Nurdan Haber

Kerimeleri Sungur Ağabey’i Anlattı

Kerimeleri Sungur Ağabey’i Anlattı
07 Aralık 2020 - 11:01

Kerimeleri Sungur Ağabey’i Anlattı

MUHTEREM BABAMIZ MUSTAFA SUNGUR’UN RUHUNA CENAB-I HAK’TAN SONSUZ RAHMETLER DİLERİZ. “NUR TALEBELERİNİN ÖLÜMLERİ DAHİ HİZMET EDER” MANASININ VÜCUDA GELMESİNE VESÎLE OLAN BAŞTA HÜSNÜ AĞABEYİMİZE, GAYRET EDEN KARDEŞLERİMİZE, BÜTÜN HEY’ET-İ NURANİYE OLAN ŞAHS-I MANEVİYENİN HER BİR FERDİNDEN ALLAH RAZI OLSUN DER, HİZMETLERİNİ TEBRİK EDERİZ

  

DÜNYANIN FANİ OLDUĞUNU İDRAK EDİP BEKAYA MÜTEVECCİH OLUP TESELLİ BULMASIDIR

 Babamız Mustafa Sungur’un Hizmet-i iman ve Kur’an için Üstadımızın yanına gitmesinde Annemizin ve merhum Babaannemiz Cemile anamızın büyük payı vardır. Babamız ilk gidişini anlatırken, Annemiz için, “Sen yeter ki bu dava için git. Ben hem işleri yaparım, hem çocuklara bakarım, hem dikiş diker sana harçlık gönderirim” demesi karşısında ömrünün sonuna kadar annemize vefa duymuştur. Babaannemiz ise harman zamanı yoğun işler arasında “Oğlum! Sen git. Ben, senin işlerini de yaparım” demesi Babamıza manen büyük teselli olmuştur. Bir gün Babamız, Annemizin beklemediği bir anda gelir. Annemiz ise Eflâni’deki evimizin önündeki bahçede çalışmaktadır. Birden Babamızı görünce “Niye geldin” der. Yani Üstad, tamamen gönderdi, zanneder. Üstadımıza bu durum mâlûm olmuştur. Babamız Üstadın yanına döndüğünde “Sungur senin hareminin sana öyle demesi “DÜNYANIN FANİ OLDUĞUNU İDRAK EDİP BEKAYA MÜTEVECCİH OLUP TESELLİ BULMASIDIR” diyerek Annemize, Üstadımız kendi el yazısı ile tebrik mahiyetinde yazı yazar ve dua eder. Babamız ile annemize gönderir.

Küçüklüğümüzde Babamız köye çok nadiren gelir bir veya iki gün ancak kalabilirdi. Küçük olan kardeşlerimiz, Babamızı uğurlarken, çocukluk masumiyeti ve saflığıyla, babamızın biraz daha kalmasını arzu etseler de, ruhlarımız bu külli manayı hissediyor, peygamberimizin ümmetine olan şefkatinin bu zamandaki tezahürü ve ayinesi olan Risâle-i Nur yolunda gitmesi, ruh ve kalbimize teselli oluyordu. Üstadımızın şu beyanı çok daha azametli ve mühim bir manadır. Şöyle ki;  En büyük ablamız olan Şerife ilkokul ikinci sınıfta iken Eflâni’de Osmanlıca yazılan Risale-i Nur nüshalarının içine kendi yazdığı Küçük sözleri koyup Üstada iletilmek üzere gönderirler. Babamız Üstadımızın yanındadır.  Koliyi açtıklarında en üstte Şerife Ablamın yazdığı Küçük Sözler’i görürler. Üstad’ın rikkâtine dokunmuştur.

-“SUNGUR SEN BU ÇOCUKLARI BIRAKIP NİYE GELDİN” der.

Babam;

– Üstadım, bu kudsi iman davası olan Risâle-i Nurlar için, der.

Şerife Ablamızın bir küçüğü olan merhum Ağabeyimizin ismini söyleyerek ”Ahmet’in  kurtulması için milletin evlâtlarının kurtulması lâzımdır” der. Elhamdülillah, Bizleri Rabbimiz hiç zayi etmedi. Korudu, gözetledi.Hz üstadımız vefatına yakın babama şöyle der: “Sungur, sen hiç merak etme. Ben senin çocuklarına manen bakacağım” .

Allah’ın lütuf ve keremi ile Üstadımıza manen yakınlığı bu sözünün ve duasının bereketiyle daima hissederiz. Son nefesimize kadar da hissetmeyi Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Amin.  Cenab-ı Hak Babamız, Üstadımız ve bütün sevdiklerimizle beraber ebedi âlemde beraber olmayı, Peygamber efendimiz (s.a.v) in Livâ-ül Hamd sancağı altında haşrolmayı nasib eylesin Amin. Allah ebeden razı olsun Babamızdan. Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Bütün zerrelerimiz adedince Elhamdülillah böyle bir Babanın evladı olarak Risale-i Nur dairesinde bulunmak, iman ve Kur’an hakikatlerinden istifade etmek, bütün dünyevi haz ve mertebelerin üzerindedir. Rabbim son nefesimize kadar bizleri sıratı müstakim de daim ve kaim eylesin. âmin

 

RİSÂLE-İ NURLARI OKUYUN ÂLEMİNİZ NURLANIR

Babamız, eve geldiğinde bizlere hemen Risale-i Nur’ u okutup ders yapardı. Ve derdi ki; “yanınıza bir kişi dahi gelse, ders okusanız, hatta vaktinize göre, bulunduğunuz yerde on dakika da olsa Risale-i Nurları okuyup ders yaparsanız o günkü âleminiz nurlanır ” diyerek bize tahşidat yapar ve kalp ve ruhumuza Nurların düstur ve esaslarını yerleştirirdi. Bir mevzu esnasında; “getirin Risale-i Nurlardan şu kitabı. Bakın, Üstadımız burada ne diyor.” der. Üç beş  kişi de olsak birer birer ellerimize Nur Risalelerini verir, kendisi okur hem de bize okuturdu. Bazen de ne anladınız? diye sorardı.  “Zamanla daha iyi anlarsınız” der, ve Risale-i Nurların sebat ve sadakatla okunduğunda daha iyi anlaşılacağını, Üstadımızın, yanındaki talebeleriyle ders okuduklarında “Kardeşim, ben de sizinle beraber Risale-i Nurdan dersimi alıyorum. Risale-i Nurlar Kur’an’dan geldiği için terakkîye son yoktur” dediğini ve Nurlar sadece aklî değil, akılla beraber  kalb ve ruh dairesi çok daha geniş olduğundan hâle sirayet ettiği, kalp ve ruha nakşolup bütün lâtifelerin o Nurları massettiğini ifade ederek 28. Mektubat’ta geçen bu manayı nazarımıza verirdi.

“ Demek Kur’ândan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız aklî mesâil-i ilmiye değil; belki kalbî, rûhî, hâlî mesâil-i îmâniyedir. Ve pek yüksek ve kıymetdâr maârif-i İlâhiye hükmündedirler.”

 

BU TALEBELERİM TÜRK MİLLETİNİN MEDARI İFTİHARLARIDIR

Babamız Mustafa Sungur ile Zübeyir ağabey, üstadımızın hapisten çıkmasını müthiş bir heyecanla Afyon’da beklemektedirler. Hz. Üstadımız’ın tahliye günü geldiğinde kanunlara göre sabah saat 10:00’da çıkması lazım gelirken gecenin karanlığında tahliye edilerek iki polis nezaretinde Afyon şehir merkezine doğru yola çıkarlar. Zübeyir Ağabey ile babamız Mustafa Sungur sabah namazını eda edip tesbihat yaptıkları esnada bir fayton sesi duyarlar. Henüz alacakaranlıktır. Üstadımızın tahliyesi ve Nur’ların beraatı umumun nazarından gizlenmek istendiği muhakkaktır. Fayton sesine kulak veren babamız ile Zübeyir ağabey hemen aşağıya inip üstadımızı karşılarlar. Üstadımız yanındaki polisleri yukarıya davet eder ve onlara kendisinin iman hizmetiyle muvazzaf olduğunu, Risâle-i Nur’ların bu vatana ve millete çok faydalı olduğunu, bütün tehlikelerin ve zamanın menfi te’siratının ancak Risâle-i Nur’lar ile izale olacağını, bu milleti dalâlet cereyanlarından ve tahribatından ancak  Risâle-i Nur’un kudsî ve müsbet düsturlarının kurtaracağını ve emniyet vazifesinde polislere, yani onlara Risale-i Nur’un manen kuvvet verdiğini ilâ ahir… mahiyetinde dersler verir. O iki polis ise üstadımızı pür dikkat dinlerler. Babam o anda ruhunda uyanan ve ahir hayatına kadar inkişaf ederek gelen bu manayı bizlere şöyle anlatmıştı: “Üstadımız o sırada Afyon gibi çileli bir hapis hayatından kurtulduğu halde bunun sürurunu yaşamayıp Risale-i Nur vazifesinin ehemmiyetini, ulviyetini, kudsiyetini ifade etmişti. Efendimizin davası adeta onun ruhu olmuş ve her anını onun davası için yaşıyordu. Yorgunum, uykusuzum, istirahat edeyim, bunları bir an evvel göndereyim demiyordu. Müdafaalarında da her yönüyle iman ve Kur’an davası olan Risâle-i Nur’ları mahkeme hey’etine beyan etmiş ve neticede beraat etmişti. Aynen o müdafaalardaki gibi taptaze bir heyecan ve iştiyakla ve tam bir ciddiyetle hakikatleri o polislere anlatıyordu. Biz de bütün ruh-u canımızla dinliyorduk. Üstadımızın o haleti, ruhumda manevi bir te’sir bıraktı. Mühim bir dava vardı. Bu kudsî davayı bütün zerrat-ı vücudu ve ruh-u canıyla yaşıyor, bu davanın azim ehemmiyetini hakkalyakin manada bizlere de yaşatıyordu. Üstadımız bir ara polislere Zübeyir ağabey ile beni işaret ederek ‘BU TALEBELERİM TÜRK MİLLETİNİN MEDARI İFTİHARLARIDIR.’ demişti.”

Babamız, üstadımızın bu halet-i ruhiyesini bize anlatırken o anları yaşar gibi anlatırdı ve şu manaya dikkatimizi çekerek: “Hz. Üstadımızla geçirdiğimiz anlar bekaya mazhar olduğundan bekanın cilvesine mazhariyet oluyor. Üstadımızın her hali huzur makamında olduğu için bize de o manalar aksettiğinden taptaze olarak o anlarımızı daimi yaşıyoruz. Üstadımızın yanında beraber kaldığımız kardeşler hatta üstadımızı ziyaret eden nice nur talebeleri, hepsi bu manayı kendi alemlerine hissettiklerinden o anları sürur ve huzur dolu vaziyette anlatırlar. Risâle-i Nurlara, hem aklen ve fikren, hem kalben, hem ruhen hem halen müteveccih olunduğunda bu manalara mazhar olunarak her okumada inkişaf ve inbisat ederek lâtifeler açılır. Bu zamanla olur.”derdi.

Risâle-i Nur hizmetine bütün ruh-u canlarıyla öylesine râm olmuşlardı ki, Üstad’ımızın tevdî ettiği mühim vazifenin hakkıyla deruhte edilmesi öncelikli mes’eleleri idi. En yüksek ve kudsî vazifenin iktiza ettiği hal ve ahvalleriyle, son nefeslerine kadar lâyık olmayı şiâr ve düstur edindikleri için tavizsiz bu kudsî vazifeyi îfa etmeye ahd-ü peyman etmişlerdi. Şüphesiz bu milletin medarı iftiharları bu iki talebesi gibi, yek diğerlerine ayine olma cihetiyle daha nice talebeleri vardı.

 

ÜSTADIN “SUNGUR BİR CEYLANDIR CEYLAN BİR SUNGURDUR” demesi,  Tefâni sırrına mazhar olup uhuvvet düsturlarının azami ölçüde

temessülü  ve talebelerini bu manalara teşvîke bariz bir delildir.Yine bir gün Hz.Üstad, Babamız ile Hüsnü ağabeyin omuzlarına  kollarını atıp “SİZİN İKİNİZİN BERABERLİĞİNİZDEN HEM KUVVET BULUYORUM HEM BAHTİYAR OLUYORUM” demesi ile talebelerini birbirlerine kenetlemiştir. Bu manayı babam şöyle anlatırdı: “Üstadımız bize, “Ben birinizle iktifa etmiyorum, hepiniz bana lâzımsınız” derdi.

Bugün Risale-i Nur hizmetini azami gayretle ifâ etmede Umum Nur talebelerine kuvve-i maneviye olan Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz, Hz. Üstad’ımızın hem talebesi, hem hizmetkârı, hem evlâd-ı manevisi, hem vekîl-i mutlak’ı olması cihetiyle Üstad’ımızın kendilerine tevdî ettiği kudsî Risâle-i Nur hizmetlerini îfaya azmetmiş, âlemlerinde, bir paye bir makam, bir mevkî, ve nasdan bir teveccühü arzu etmek gibi menfî hal ve etvardan uzak durup daima ihlâs ve müsbet hareketle Risâle-i Nur hizmetlerine devam etmektedirler. Hep bir vazifedar, bir hizmetkâr vaziyetinde kendilerini Nur’a ve onun kudsî düsturlarının yaşanmasına adamışlar. Daima Risâle-i Nur namına hareket ederek Rıza-i İlâhiden başka hiçbir dünyevi maksadı gaye etmemişler. Buna binaendir ki HZ. ÜSTADIMIZ, TALEBELERİ İLE İFTİHAR EDİYOR, BU MİLLETİN MEDARI İFTİHARLARI OLDUĞUNU TASDİK EDİYORDU.

Cenab-ı Hak bu kudsi davada gayret ve kuvvetle hayırlı ömürler ihsan etsin. Allah ebeden razı olsun. Amin.

 

Babamız Mustafa Sungur’un müdafaasından bir bölümü ile bitiriyoruz.

 

Sayın Yargıtay Hâkimleri!

 

Sizin yüksek huzurunuza arzedilen bu dava doğrudan doğruya iman ve Kur’an davasıdır. Milyonlarla insanların ebedî saadet ve kurtuluşu davasıdır. Bu azîm dava ile başta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün enbiya Aleyhimüsselâm ve bütün evliya ve hadsiz ehl-i hakikat ve imanla dâr-ı bekaya gitmiş bütün ecdadlarımız manen alâkadardırlar.

 

Mustafa Sungur -Şualar – 559

 

Mustufa SUNGUR’un kerimeleri  Şerife, Saide Nur, Aynur, Cihannur

Annemiz Emine Sungur

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )