BİLİMİN GELİŞMESİNE EN BÜYÜK ENGEL ORTAÇAĞ BEZİRGÂNLARIDIR
Prof. Dr. Âdem Tatlı
Bilimin ve bilimsel gelişmenin karşısında bizim ülkemizde en büyük engel Ortaçağ bezirgânlarıdır. Bezirgân, tüccar, ticaretle uğraşan kimse demektir. Bunların ticaret malı öyle maddî değildir. Bunlar Ortaçağ tarihleri olarak ifade edilen M.S. 375-1453 yılları arasını kendilerine bilim ticareti malzemesi yaparlar. Kendi pozitivist ve ateist felsefelerine uymayan her türlü görüş ve düşünceyi Ortaçağ geri kafalılığı ile itham ederler. İşin içinde olmayanlar da bunların elinde bir hak olduğunu zannederek bilimdeki yeni gelişme ve düşüncelere mesafeli dururlar. Çünkü bunların on parmağının onu da karalıdır. Bu karaları nereye nasıl ve ne zaman çalıp insan ve müesseselerin itibarını düşürecekleri belli olmaz.
Nedir ortaçağ karanlığı?
Ortaçağ 375-1453 yılları arasıdır.
-Peki, ne olmuştur bu tarihler arasında?
-Avrupa’da ardı arkası kesilmeyen ve onlarca hatta yüzlerce yıl süren iç savaşlar. Suçsuz insanların öldürüldüğü engizisyon mahkemeleri. Aristokratların insanları köleleştiren zulüm ve icraatları.
-Peki, bu devirde İslâm âlemi nasıldır?
-İslam âlemi M.S. 600. Yüzyıldan itibaren Asr-ı Saadet, yani en güzel asrı yaşamıştır. İşte İspanya’da Müslümanlar tarafından kurulan Endülüs Devleti, 711-1492 yılları arasında, yani 781 sene ilmin ve tekniğin zirvesini yaşamış. Adalet, uhuvvet ve kardeşlik toplumda esas olmuştur. Bugün tahsil için Amerika’ya gidildiği gibi, o zamanın Avrupa insanları tahsil için Endülüs’e gidiyordu.
-Bitti mi?
-Hayır, bitmedi. Yedi kıtaya adalet, huzur ve saadet götüren Şanlı Osmanlı İmparatorluğu var. Kaç sene hüküm sürmüş biliyor musunuz? Tam 624 sene (1299 –1923).
İşte gördünüz. Ortaçağ’da İslam âlemini ve Avrupayı. Endülüs devleti 700 sene, Osmanlı İmparatorluğu 600 sene. Bunlar dile kolay.
-Ey bezirgân efendi! Senin bunlardan haberin var mı?
-Şayet haberin varsa, Müslümanların göz kamaştıran Ortaçağ saltanatını ve hükümranlığını nasıl ters yüz edersin? Bu insafa ve hele hele bilim insanına yakışır mı? Sen Müslümanları sevmeye bilirsin. Ama onların ortaçağ hükümranlığındaki adalet ve hakkaniyeti ve ilme ve ilim adamına gösterdiği saygı ve hürmet karşısında bütün dünya hayranlığını belirtirken, sen bu milleti sevmiyorsan hiç olmazsa sus ki, insanların şevk ve gayretini kırma, onlara ümitsizlik aşılama.
Şimdi, “Manevi değerlerine, milletinin örf ve adetlerine bağlı kalarak, Batı’nın eline geçen fen ve tekniği alıp, kendi manevi harcımızla nasıl yoğurur ve tekrar şu mazlum ve masum milletin ayağa kalkmasına sebep olabiliriz? Bozulmaya yüz tutan aile düzenin nasıl selamete çıkarırız? Şu gençleri uyuşturucu bataklığından nasıl kurtarabiliriz?” Düşüncesiyle yapılan bilimsel yaratılış kongresini ortaçağı geri getirme olarak ifade eden bezirgâncılara ne diyelim?
Ama artık şapka düşmüş kel görünmüştür. Ortaçağ bezirgânlarının Tanzimat’tan beri bu masum ve mazlum milletin ensesinde boza pişirdikleri anlaşılmıştır. Telaşları esas buradan gelmektedir.
On sene önce bir dostum anlatmıştı. Arap âleminde ilkokul kitaplarında bir hikâyeden bahsetmişti. Aslan ölmüş, yavrusunu bir koyun emzirmiş. Zamanla aslan büyümüş ama kendisini koyun zannedermiş. Koyunlar demişler ki, yabani hayvanlar bize rahat vermiyor. Sen aslansın şöyle bir kükresen bütün bu hayvanlar kaçarlar, biz de rahat ederiz. Aslan kendisinin koyun olduğunda ısrarlı imiş. Bir gün su kenarında kendi şeklini suyun içerisinde görünce hayret etmiş. Bir kendisine bir de koyunlara bakmış, onlara benzemiyor. Bir de kükreyince çevrede ne kadar yabani hayvan varsa kaçmış.
Dostum bu hikâyeyi anlattıktan sonra, işte o aslan Türkiye. Hep kendisinin koyun olduğunu zannediyor. Aslan olduğunun farkına varsa ve şöyle bir kükrese, mazlum ve perişan olan İslam âlemi rahat bir nefes alacak.
Bezirgân Efendi!
Artık, “Ortaçağ zihniyeti, gerici, yobaz, şeriatçı, laiklik düşmanı” gibi bazı sihirli kelimeler arkasına sığınarak ucuz bezirgânlık devri bitti. Senin bunlardan haberin yok mu? Şayet haberin yoksa sen hâlâ Avrupa Ortaçağ karanlığındasın.
Bizim böyle ucuz kahramanlıklara ve Avrupa Ortaçağı bezirgânlarına ihtiyacımız yoktur. Bize bilimsel düşünce ve fikir lâzımdır. Varsa fikrin koy ortaya. Milleti maddeten ve manen ihya edecek, refah ve huzurunu arttıracak proje ve planların varsa söyle. Söylenen sözler, sunulan tebliğler hakkında görüşün varsa dile getir. Elbette onun cevabı ilimin kuralları içerisinde verilecektir. Yoksa sus da hiç olmazsa seni âlim zannetsinler.
Ey bezirgân Efendi! Öyle anlaşılıyor ki, artık bu pazarda senin işin kalmadı. Sür eşeğini başka pazara.
Son on yılda İslam âleminde yıkmadık bina, öldürmedik insan koymayan, o çok sevdiğin ve meftun olduğun vahşi Batı dostların karanlık ve batı Avrupa Ortaçağını İslam âlemline mal ettiğin için belki senin altına bir minder sererler.
Batı medeniyeti ile İslâm medeniyeti arasındaki farklılıklar
Ey Ortaçağ bezirgânı Efendi!
Laiklikleriyle meftun olduğun Batı’nın Müslümanlara köpekle eziyet ettiklerini, onların mescitlerini postalları altına aldıklarını, makineli tüfekle camiide tarandıklarını belki görmemişsindir. Şimdi işte o Batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin farklarını sana sunacağım.
1-Batı medeniyeti;
1-Dayanak noktasını kuvvet kabul eder. Hâlbuki kuvvetin gereği tecavüzdür.
2-Hedefini menfaat bilir. Menfaatin gereği her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.
3- Batı medeniyetine göre hayat bir mücadeledir. Bu mücadelenin gereği çarpışmaktır.
4- Toplum fertlerinin aralarındaki bağları ırkçılık ve menfî milliyet kabul eder. Bu menfî milliyetin ve ırkçılığın gereği, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür.
5- Bu medeniyetin gayesi; nefsin heveslerini tatmin ve insanlığın ihtiyacını arttırmak için oyun ve eğlencelerdir.
İşte batı medeniyeti benimsediği bu düsturları hayat tarzı yapmakla, bütün iyilikleriyle beraber insanlığın ancak yüzde yirmisine bir nevi geçici saadet verip, yüzde seksenini rahatsızlığa ve sefalete atmıştır.
2-İslâm medeniyeti ise;
- İnsanlık için dayanak noktası olarak kuvvet yerine hakkı kabul eder. Yani “Kuvvetli olan haklı değil, haklı olan kuvvetlidir” prensibini esas alır. Bu da insanlar arasında adaletin ve hukukun yerleşmesine sebep olur. O da huzur ve barışı netice verir.
- Gayede şahsî menfaat yerine fazileti ve Allah rızasını esas alır. Bu da insanlar arasında tesanüdü ve dayanışmayı sağlar.
3.Hayatta mücadele yerine yardımlaşmayı kabul eder. Bu da insanları birbirinin yardımına koşturur.
- Cemaatlerin rabıtalarında; yani birbirlerine bağlanmalarında ırkçılık ve menfî milliyet yerine, din birliğini, vatan ve sınıf birliğini kabul eder. Bu da cemiyet arasında uhuvvete, kardeşliğe, incizaba, yakınlaşmaya vesile olur.
- Hayatın hedefini yalnız nefsanî isteklerini yerine getirmeye bedel, ruhunu yükseltmeye, ulvî hislerini tatmin etmeye, insanı hakiki insanlığa çıkaran yüksek ahlak sahibi mükemmel insan olmaya sevk eder. Bu da nefsin kötü isteklerinin bağlanmasına, ruhun yükseltilmesine ve dünyada da ahirette de huzurlu, mesut bir insan olmasına yol açar.
Demek ki, bugün insanlığın huzur ve saadeti için İslam medeniyetinin koyduğu düsturlara şiddetle ihtiyaç vardır.
Ey bazirgân Efendi!
Sana son olarak şu kadarını da söyleyeyim ki, bazılarının İslam’ı kendi kötü niyet emellerine alet etmeleriyle İslam lekadar olamaz. Onun saflığı ve temizliği kaynaklarındadır. Oraya müracaat edilir. Burada model insan Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamdır. Aynı şekilde tarikatlar ve İslami kaynakların bazıları tarafından yanlış yorumlanması ve takdim edilmesi de sadece o şahısları bağlar.
Sen ki Ortaçağın bilim bezirgânısın bunları iyi bilmen lazım.
Nurdan Haber