Nurdan Haber

Sabah Sordu; Hüsnü Ağabey Cevapladı!

Sabah Sordu; Hüsnü Ağabey Cevapladı!
23 Mart 2021 - 5:30

Sabah Sordu; Hüsnü Ağabey Cevapladı!

 

 

Geçtiğimiz günlerde Sabah Gazetesinden İsa Tatlıcan’ın Hüsnü Ağabey ile yaptığı röportajın tamamı yayınlandı.

 

 -Bediüzzaman Said Nursi ile nasıl tanıştınız?

Hz. Üstadımızı ilk defa Pederim Hıfzı Bayram’ın Üstadımızı Kastamonu’da ziyaretinin akabinde işittim. Pederim eve döndüğünde “ben Bediüzzaman’ı ziyaret ettim. Duasını aldım. Sizlere dua ederek bu evimizi Nur medresesi olarak kabul etti. Bu risaleleri yazarak Nur’a talebe olacağız”dedi. 7 yaşımda (1942 senesinde) Nur risalelerini yazmaya başladık. Yazdığımız risaleleri Üstadımız’a gönderdik. Üstadımız Emirdağ’daydı. Ve bu risaleler ve mektuplara mukabil isimlerimizle bizlere cevabi mektuplar gönderiyor ve bizleri talebeliğe kabul ettiğini bildirmek suretiyle bütün dünya saadetinden daha büyük bir bahtiyarlığı bize lütfediyordu. Daha sonra evvela Ekim 1949’da Afyon’da sonra Emirdağ’da ziyaret ettik. 1950 baharında Emirdağ’da hizmetinde kalmaya başladım.

 

-Birkaç cümle ile Bediüzzaman’ın kişiliğini nasıl özetlersiniz?

Hz. Üstadımızı bir kaç cümle ile tavsif etmek cevabı gayr-i kabil bir ricadır. Ne ben ne bir başkası Bediüzzaman gibi bir Zat’ı bir kaç cümle ile özetleyemez. Hatta ben diyorum ki yanında yakınında bulunan hizmetkarları da dahil olmak üzere ancak Üstadımızın bir cephesini bir vechini bir vasfını ifade edebilir anlatabiliriz ki bu da gerçi muhaldir, Bediüzzaman ancak Risale-i Nur Külliyatını okumakla anlaşılabilir. O halde bu sorunuza diyeyim ki Bediüzzaman Risale-i Nur’dur. Ancak Nur külliyatını okuyan idrak eden yaşayan Bediüzzaman’ın manevi şahsiyetini idrak edebilir. Benim acizane yanında yakınında bulunduğumdan Onda gördüğüm ise muhteşem bir şefkat ve derin bir hikmete mazhariyetidir.

 

-Bediüzzaman’ın amacı neydi? Dönemin siyasileri ondan neden rahatsız oldu?

Hz. Üstadımızın bütün davası imandı. Gençliğin imanının muhafazası idi. Bütün mesaisini insanlığın imanını kurtarmak meselesi üzerine teksif etmiş bulunuyordu. Bediüzzaman “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diyerek İngilizlerin sömürgeci fikirlerle Müslüman gençliği Kur’an’dan soğutmak mücadelesine karşı manevi bir mücahedeye girişmiştir. Binaenaleyh o yıllardan sonraki senelere kadar Bediüzzaman’dan rahatsız olanlar o ingiliz cemiyeti ve o cemiyetin Anadolu’da dal budak salan kolları olmuştur. Yoksa hakiki vatanperver Türk siyasileri Bediüzzaman’dan rahatsızlık duymamıştır. Birisi Bediüzzaman’dan rahatsız oluyorsa araştırın o bu vatanın asli unsurlarından değildir, bambaşka bir hesap içinde biryerlerin maşasıdır. Yoksa Bediüzzaman gibi bu vatan ahalisinin yediden yetmişe dünya ve ahiret saadetleri için çalışmış bir insandan siyasi bir kurum veya kişi neden rahatsız olsun. Üstadımızın birinci gayesi Allah rızasına matuf iman mücadelesidir dünyaya, içtimai hayata ve siyasete baktığı zaman ise ancak asayişi muhafaza, emniyeti temin, hürmeti tesis ile müsbet hareket içerisinde manevi mücahededir.

 

-Mücadele ile geçen bir hayatı olduğunu biliyoruz. Ne tür zorluklarla karşılaştı?

Bu sualin cevabı umum lahika mektuplarıdır. “Konuşan Yalnız Hakikattır” başlıklı makalesi bu suale tam cevaptır. Orada Hz. Üstad “Yirmisekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların bana atfettikleri suç nedir? Dini siyasete âlet yapmak mı? Fakat bunu ne için tahakkuk ettiremiyorlar. Çünkü hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı mes’eleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor; beni tazyik ediyor, türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı ve esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar.   (Emirdağ Lâhikası 2 / s.78)

 

-Bediüzzaman ile hatıralarınızda kalan bir anınız var mı?

Bizim hatıralarımızdan ziyade hakikatler mühimdir. En güzel hatıralar Hz. Bediüzzaman’ın Lahikalarıdır. Bununla beraber sadece şunu bir hatıra manasında arzedeyim; “1959 yılında Başvekil Adnan Menderes İzmir’e gelmiş oradan da Emirdağına gelecekti. Üstadımızla akşam Namazını kılıyorduk ki aşağıdan insan sesleri geliyordu. Üstadımızla yalnızdık,

Üstad ; “Hüsnü bak bakalım” dedi “ne var aşağıda”

Ben de pencereden baktım aşağıda üstü açık bir arabada Adnan Menderes var, halk etrafını sarmış üstadın evini işaret ediyorlar, ama araba ilerleyemiyor. Ordan zaten geri dönüşte yok. Arabanın arkası ve önü tamamen Emirdağlılar kapatmıştı.

Bende, “Üstadım Menderes size selam vermek istiyor” dedim.

Üstadımız bunun üzerine pencereye çıktı ve el ile selam verdi. Menderes’te selamına ihtiramla mukabelede bulundu.

Gece yarısına yakın bir saatte Gazi bey ve iki başka mebus üstadı ziyarete geldiler.Ve üstada şöyle dediler. “Üstadım, Menderes alayiş olmasın ve siz rahatsız olmayasınız diye bizi gönderdi.”

Üstadımız da onlara cevaben Menderese deyin ki dedi

“Gazetelere inanmasın, etrafı yardakçı ve dalkavuk dolu ( o gün İzmir de menderesin yüz bin kişi tarafından karşılandığı yazıyor gazetelerde) onu tutan biziz.Risale-i Nur talebeleri onu muhafaza ediyor.

Ona selam edin, ezanı Muhammediyi aslına çevirmekle kuvvet kazandı, radyolarda Kur’an okuttu kuvvet kazandı.

İki şey istiyorum,

1- Risale-i Nurları maarifte bahusus üniversitelerde bir dersi hakikat olarak okutsun

2- Ayasofyayı açsın..

O zaman yıkılmazsınız ve yıkamazlar ve on ordu kadar kuvvet bulursunuz.”

Gazi bey seneler sonra şu itirafta bulundu, 27 mayıs cuntası onları Kayseri’de hapsedince ah Üstadım biz çekindik Menderes’e Üstadımızın arzularını iletemedik. Bilmiyorum söyleseydik belki bu ciğersuz hadise vukubulmazdı. Allah bilir demiştir…”

 

-Son günlerinde yanında mıydınız? Son günleri nasıl geçti?

Son 10 senesinde bir lütf-u ilahi bir ihsan-ı ilahi olarak hizmetinde bulunmayı Cenab-ı Hak nasib eyledi.

Size son günlerinden evvel iki hatıra nakledeyim Üstadımız böyle rüya vesaire çok anlatmazdı. Bir gün “Hüsnü ben bu gece bir rüya gördüm, Allah hayretsin de!” dedi. “Allah hayretsin Üstadım” dedim. O da “rüyamda seninle beraber bir uzun sefere çıkıyoruz, gidiyoruz, gidiyoruz, ben orada kalıyorum kardeşim” dedi. Böyle elini başıma koydu, “keçeli keçeli sen anla” buyurdu. Diğer bir vakitte de 1959 senesi sonbaharıydı. Allah bilir Kasım ayı olabilir. Üstadımız ve bir iki Ağabeyle kıra gitmiştik. Ağabeyler çay hazırlarlarken Üstadımız Hüsnü seninle yürüyelim dedi. Üstadımızla böyle dolaşırken bir ağaçtan yaprak koptu, usul usul Üstadımızın omuzuna düştü. Kuru bir yaprak idi. Ben alacakken ben alacağım dedi ve eğilerek yaprağı aldı. Üstadımız yaprağı aldı, ‘bak Hüsnü’ dedi, ‘görüyorsun bu yaprak dünyaya geldi, vazifesini itmam etti ve ebedi suretler bırakıp bu dünyadan göçüp gitti. Her mevcud böyledir. Bu aleme gelir, vazifesini yapar ve göçer, gider. İnsan da yaprak misali. Hüsnü bana öyle geliyor ki ben bu sene gideceğim.’ Üstadım hayır dedim, alem-i islam’ın size ziyade ihtiyacı var. Cenab-ı Hak benim ömrümü de size versin diye söyledim.  Üstadımız yok ben artık bedel kabul etmiyorum. Üstadımız haber verdikleri gibi 5 ay içerisinde vefat etmişti.

Üstadımız Ramazan ayında kadir gecesi ruhunu Rahman’a teslim etmişti. Ramazanın ilk on günü iyiydi. Büyük odada hep beraber namazları kıldık. Üstadımız yatsı namazını kıldırır daha sonra Tahiri Ağabey teravih namazını kıldırırdı. On günden sonra Üstadımız rahatsızlandı ve odasında namazları kılmaya devam ettik. Ateşi yükseliyordu, rahatsızlanıyordu. Bir sabah ‘Emirdağ’a gideceğiz’ dedi. Üstadımız hastaydı ve zaten Isparta’da ikamete memur edilmişti. Nasıl gideceğiz vesaire derken çıkalım dedik. Çay’da durdurdular. Sungur abi ile beraberdik, Üstadımız ‘siz Ankara’ya telefon açın’ dedi. Yıldırım telefon açtık. Bakanlığa telefon açtık, polisle beraberdik, özel kalemden birisiydi, ikamete mecburiyet var, hassas zaman dönmeniz lazım vesaire diye baktık hikaye okuyor bize, biz de ‘beyefendi’ dedik, ‘Üstadımın on seneden beri ikamet ettiği ve bir senelik kirasını peşin verdiği evi var, gidip görmesin mi, evinin halini merak ediyor, ne hakla kirasını ödediği evini ziyaretten men edebiliyorsunuz’ diye ifade edince karşımızdaki memur bir dakika dedi. Benim anladığım kadarıyla daha yüksek bir vazifedar Allah bilir müsteşar olduğunu tahmin ediyorum, konuştular. O zat ‘bir defaya mahsus gidebilirler’ diye müsade etti. Sungur Abi oradan Ankara’ya hareket etti. Ben, Zübeyir Ağabey ve Üstadımız ise Emirdağ’a gittik. Üstadımız, ‘Hüsnü, evladım, Emirdağ’daki tüm talebelerimi çağır’ diye emir buyurdular. Başta Çalışkanlar hanedanı olmak üzere onbeş kadar talebesini çağırdım. Üstadımızın evinin avlusu vardı, talebeleri hep avluda toplandılar. Üstadımızla birlikte aşağı indik. Üstadımız ‘kardeşlerim ben artık ölüyorum’ dedi. ‘Bana hakkınızı helal edin, sizlerle çok hukukumuz oldu’ diye ifade etti. O ağabeyler hep helallik verdiler, ben baktım Üstadımızın gözü nemlenmişti, hakikaten Üstadımız çok hislenmişti. Bu Üstadımızın Emirdağ’a ve Emirdağ’ın kahraman, vefalı Nur talebelerine son vedası olmuştu. Bu hüzünlü vedadan sonra Isparta’ya dönmek üzere hareket ettik. Isparta’ya döndük. Üstadımız rahatsızdı. Gece de olsa artık yanından hiç ayrılmıyordum. ‘Hüsnü yarın Urfa’ya gideceğiz’ dedi. 21 Mart tarihiydi. Fakat Üstadımız ağır hasta vaziyetteydi. Tahiri Ağabey ve Zübeyir Ağabeyin yanına vardım, Ağabey dedim Üstadımız Urfa’ya gideceğiz diyor ne yapacağız. Zübeyir Ağabey kardeşim Üstadımız ateşli sayıklıyor olabilir. Sen Üstadımıza de ki, Üstadım Emirdağ’dan yeni geldik. Arabanın bakıma ihtiyacı var. Bakalım Üstad ne diyecek diye söylediler. Fakat Üstadımız yine ‘Urfa’ya gideceğiz’ dedi. Üstadım dedim Emirdağ’dan yeni geldik, abiler arabayı bir bakıma sokalım diyorlar dedim. Üstadımız buyurdu ki, ‘benim araba gitmezse başka bir araba tutarız ama sen beni götüreceksin, ikimiz gideceğiz. Anladık ki Üstadımızın şuuru yerinde. Nasıl gideceğiz diye istişare etmeye başladık. Kapıda yirmidört saat polis bekliyor. Nereye gitsek takip ediyorlar. Zübeyir Ağabey plakayı çıkartalım dedi, yahut plakayı çamurlayalım dedi. Dedim Ağabeyler, Üstadımızın arabasını plakadan değil bizden dolayı tanıyorlar araba biliniyor. Sabah çıktık, baktık ki o gün nöbet bekleyen polis ayrılmış. İşi çıkmış. Sabah bu saatte çıkmazlar diye ayrılmış oradan. Pazar günüydü. Gitmiş ve 12’ye kadar da dönmemiş. 12’de gelince araba nerde falan demiş, Tahiri Ağabey de bilemiyorum acaba Burdur istikametine mi gittiler, dönerler buyurmuş, tam ters istikameti söylemiş. Rabbimizin tasarrufu var. Eğirdir’e yaklaştık, tam girerken beldeye birden yağmur başladı. Polisler hep içeri geçiyorlar. Hep inayet kardeşim. Konya yolu üzerinde pınar var, öğle namazı vakti geldi, durduk orada. Üstadımız birden çok neşelendi. Üstadım dedim Konya’ya vardık. Kardeşi orda olması hasebiyle haber verdim, belki Üstadımız kalmak ister mi diye düşünmüştük. Üstadımız ‘kardeşim devam et’ dedi. Adana’ya vardık. Adana’da iftar oldu. Sefer tasında çorba vardı. İki lokma aldı gerisini bize verdi. Akşamı kıldık. Ceyhan’ın eski yolu. Orada bir yerde durduk. Bir iki saat istirahat etmek için, yani çay vesaire içtik, uyumadık fakat dinlendik. Yollar tek şerit, kamyonlar uzun ışıklarla geliyor, geçiyor, çok yorucu bir seyahat oluyordu.

Sahur yaptık. Üstadımız yiyemedi bir şey zaten. Üstadımız öyle yiyemeyince bizler de yiyemedik ve ayrıldık ordan. Sabah namazından evvel yola çıktık. Gavur dağı diyorlar o zaman. Dolana dolana ordan geçiyoruz. Alman Pınarı diye bir mevki var. Orada sabah namazı için durduk. Bakınız ilk defa 10-15 sene Üstadımızla müşerref olmuştuk, o kadar hizmetinde de bulunduk ilk defa orada Üstadımız oturarak arabanın içerisinde namazını kıldı. O derece bir hastalığı vardı. Kalkamıyordu. ‘Burası neresi kardeşim’ dedi. Ben de ‘Gavur dağı diyorlar Üstadım’ dedim. ‘Olmaz keçeli, gavur dağı olur mu burası Nur dağı, Nur dağı’ buyurdular.

Daha sonra Urfa’ya vardık. Urfa’ya varınca gençlik işte, biz Üstadımızı dergaha götürelim Üstadımız biraz gezsin diye düşünüyoruz. Üstadımız ‘kardeşlerim ben ölüyorum beni bir otele götürün’ buyurdular. Odaya yerleştik. Urfalılar duyunca otelin etrafını sarmışlardı kapı önünde de kalabalık olunca Üstadımız sordu, ‘ne bunlar Hüsnü ne oluyor’ diye. Dedim Üstadım Urfalılar sizi ziyaret etmek istiyorlar, biz de mani oluyoruz, siz istirahat edin diye deyince ‘kardeşim bırak onları, fakat şöyle sıraya girsinler, birer birer musafaha yapıp çıksınlar’ buyurdular. Böylece yine ilk defa böyle bir alayiş ile Üstadımız Urfalılarla musafaha etti ve yüzlerce Urfalı Üstadımızın ellerini öptüler. Üstadımızın sesi çıkmadığından ben yanına oturdum. Üstadımız ‘ben Urfa’ya ölmeye geldim, Urfa çok mübarektir, ben Urfa’nın ölüsüne ve dirisine dua ediyorum siz de bana dua edin’ diyor.

Polisler kalabalığı görünce soruyorlar ne o öyle karınca gibi toplanıp toplanıp dağılıyor millet. Bediüzzaman gelmiş otelde deyince yapma yahu diyerek emniyeti ayağa kaldırıyorlar. Emniyet müdürü geldi daha sonra. Üstadımızın elini öptü. Üstadımız ona nasihat etti. ‘Namazı kılarsanız sizin dünyevi mübah işleriniz de ibadet hükmüne geçer. Asayişi muhafaza en mühim bir vazifedir’ vesaire başka ders ve nasihat etti kısaca. Emniyete döndükten sonra Ankara’yı haberdar etmiş. Bizi (Zübeyir Ağabey ile beni) emniyete çağırttı. Gittik. Bediüzzaman hazretlerini buraya nasıl getirdiyseniz öyle götüreceksiniz dedi. Zübeyir Ağabey benden yaşı büyük olması hasebiyle cevap veriyor bazen ben de tasdik ediyorum veya bir şeyler ekliyorum. Zübeyir Ağabey emniyet müdürüne, Müdür bey dedi, Üstad Hazretlerini buraya getirmek bizim yetkimiz olmadığı gibi götürmek de bizim yetkimiz değildir. Ne demek istiyorsun ben emrediyorum dedi emniyet müdürü. Siz emredebilirsiniz ama biz Üstadımızın emri olmadan hiç bir şey yapamayız dedi Zübeyir Ağabey.

Sonra tekrar geldi otele Emniyet Müdürü. Yanında Sağlık İl Müdürü ve iki polis birlikte Üstadımızın yanına girdiler. Üstadım fesubhanallah yani sekeratta gibi, o Sağlık İl Müdürüne namaz, abdest ve ibadetin ehemmiyetine dair bir iki husus arzetti. ‘Ben buraya ölmeye geldim’ dedi ama hemen akabinde ‘Risale-i Nurun vazifesi iman kurtarmaktır, insanın en mühim meselesi imanını kurtarmaktır’ diye o zatlara ders veriyordu. Üstadımızın yanında oturuyor ve Üstadımızın dediklerini Onlara tekrar ediyordum. Böyle Üstadımızın dili beyazlaşmıştı. O Hükümet tabibi bana dedi ki, söyle dedi Hazrete ben onun ateşini ölçmek istiyorum. Daha o bu soruyu sormadan evvel Üstadımız ‘kardeşim ne derlerse yap’ dedi bana. Dereceyi aldım koltuğunun altına koydum. Bir kaç dakika sonra dereceyi istedi. Dereceyi uzattım, tabip bakar bakmaz heyecanlandı yahu dedi bu zatın 42.5 derece ateşi var. Bu sizde olsa komaya girersiniz. Hazret böyle konuşuyor ama ağır hasta. Emniyet Müdürü bize buradan gitmemizi söylüyor. İşte o zaman Üstadımız da duydu bu hadiseleri. Üstadımız ağır hasta. Sen buna bir çare bul dedik. Tabip, ben sağlık noktasından söylüyorum bu zat buradan hiç bir yere götürülemez. Sabahtan ben hastaneyle konuşurum. Rapor hazırlarız. Bunlar gittiler.

Nur Talebesi dost bir kardeşimiz var. Polis memuru. Heyecanla yanımıza geldi, abiler bu gece buraya operasyon yapılacak, baskın olacak, yanındaki talebeleri etkisiz hale getirin, Bediüzzaman’ı Antep’te vereceğimiz adrese götüreceksiniz diye emir var dedi. Buradan ayrılmayın ve buna bir çare bulun. Urfa’ya haber çıkarttık. Bediüzzaman sizin misafirinizdir. Akşam namazını kıldıktan sonra otelin etrafını korumaya alın diye. Urfa halkı fevc fevc otele geldiler. Bağırıyorlar, Bediüzzamanı vermeyiz. Alamazsınız. Götüremezsiniz. Binlerce Urfalı. Dağıtılamıyor insanlar. Polisler müdahale edemiyorlar. Emniyet Müdürü geldi yanımıza. Ne o müdür Bey dedik, yahu görmüyor musunuz, isyan mı var burada. Bunları dağıtın dedi. Müdür bey biz Ankara’dan bir haber aldık, siz gece buraya operasyon yapacakmışsınız, kim dedi bunu size diye mukabele etti, biz onu size söyleyemeyiz vesaire biraz konuştuk. Dediki bakın sizin dediğiniz doğru fakat ben resmi elbise içindeyim, elbisesini tutarak size şeref sözü veriyorum, ben bu gece böyle bir şey yapmayacağım. Zübeyir Ağabey Müdür ile birlikte çıktı ve Emniyet Müdürünüz bu gece teminat veriyor, misafirinize ilişmeyecekler, yarın sabah tekrar gelirsiniz diye deyince dağıldılar Urfalılar. Üstadımız o gece 2;30 civarı ruhunu Rahman’a teslim eyledi.

 

-Darbeciler mezarına bile tahammül edemedi. Bunun sebebi sizce neydi?

Herşeyin bir zahir sebebi bir de hakiki sebebi var. Size bahsettiğim Konuşan Yalnız Hakikattır makalesinde yüksek bir kader dersi veriliyor. Beşer o hadisede zulmetti ama kader Hz. Üstadın arzusu vechile hadisata zemin hazırladı. O siyonistlerin maşaları olan darbeciler Bediüzzaman hayattayken hayatına kastediyorlardı, sonra davasına kasdettiler, kabrine de tahammül edemediler. Fakat Üstadımız vefatından kırk sene evvel bu hadisatın bu şekilde vukuunu haber vermiş ayrıca bizlere yazdırmış olduğu vasiyetnamelerinde de hem Urfa’ya dair hem kabrinin gizli bir yerde olmasına dair ifadeleri vardır. 1921 tarihinde yazmış olduğu Eddai başlıklı şiirinde de “Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde, Said’den yetmişdokuz emvat baasam alama” ve haşiye düşmüş yetmişdokuza (1379=1960) tarihine kadar yaşayacak Said diye. Bunların hepsi kaderin ince remizleri. Cenab-ı Hak sadakat ve kanaat ile Kur’an hizmetinden ayırmasın.

 

-Bediüzzaman’ın mezarı hala bilinemiyor. Talabeleri olarak mezarının bulunması için bir girişimde bulundunuz mu?

   “Benim kabrimi gayet gizli bir yerde.. bir-iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”

   Biz de Üstadımızdan sorduk:  “ Kabri ziyarete gelenler fâtiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?”

   Cevaben Üstadımız dedi ki:   “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki fir’avunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mâna-yı harfîden mâna-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile eski zamandaki Lillâh için ziyarete mukabil ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nurdaki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırriyle, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun okudukları fâtihalar o ruha gider.  Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevap cihetiyle değil; dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek.”     Emirdağ Lâhikası 2 / s.204

 

-FETÖ’yü Nurculuk hareketi içerisinde görmeye çalışan çevrelere ne söylemek istersiniz?

Üstadımız Hazretleri Risale-i Nur talebesi kimdir, Risale-i Nur ile bu asırda Kur’an’a, imana, vatana, alem-i islama ve bütün insanlığa nasıl hizmet edilir, meslek ve meşrebimizin esasları nelerdir gibi hizmetimizin esas umdelerini külliyat-ı nur içine dercettiği lahika mektuplarıyla aleme ilan etmiştir. Bu lahika mektuplarını okuyanlar göreceklerdir ki Risale-i Nur hizmeti dünyevi değil uhrevi, maddi değil manevi, siyasi değil dini bir hizmet olarak Kur’an’ı rehber alan, Resul-u Ekrem (asv)’ı yegane önder bilen, ümmet-i Muhammed’in iki cihan saadeti için çalışan bir şahs-ı manevidir. Risale-i Nur bütün umdeleriyle ancak ahirete bakar,

Fetö ise işte görüyorsunuz, devleti ele geçirmeye çalışıyor, ben eskiden dedim bu fetö insanların önce aklını sonra parasını sonra imanını alıyor. Hatta demiştim bunlar talebe değil militan yetiştiriyor. Risale-i Nur bugün milyonlar talebeleriyle ve milyonlar nüshalarıyla herkesin kalbinde îman dersiyle bir yasakçı bırakıp âsâyişi te’min ediyor. Üstadımızın bize en son dersi şu olmuştur; “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i îmaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet îman hizmeti içinde; her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

 

-Bediüzzaman, Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda ne düşünürdü?

Bu sualinize Sayın Reis-i Cumhurumuza arzettiğim mektuptan bir kısımla cevap vereyim; “Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin ziyaretine gelen merhum Ahmed Feyzi Efendi bazı ehadis-i şerifenin İstikbal’e matuf ihbaratından bahsettiğinde Üstadımız “söylediklerin doğru, fakat ben o müjdeleri göremeyeceğim Hüsnü görecek” buyurmuşlardı. Bu yirmi seneye yakındır Anadolu’da yapmış olduğunuz hizmetleriniz, müslümanlar için yaptıklarınız, milletin huzuru, refahı ve güvenliği için gayret ve çalışmalarınız herbirisi ayrı ayrı teşekkürü icab ettirdiği gibi bütün bu hizmetlerin manen taçlanması manasını deruhte eden Ayasofyayı açmanız bütün minnet ve teşekkürün fevkindedir. Allah sizlerden razı olsun diye dua ediyoruz ki tadad edilen müjdeleri görmemize vesile oldunuz ve oluyorsunuz.

Salisen: Böyle büyük bir müjdeyi görmeye vesile olduğunuz gibi ben de size büyük bir müjde veriyorum, şöyleki; Başvekil Menderes Emirdağ’ına geldiğinde Üstadımızla selamlaşmış sonra da iki mebusunu Üstadımıza göndermişti. Üstadımız onlar vasıtasıyla Menderes’ten bir isteğide “Ayasofyanın müzahrefattan temizlenerek hakiki ve asli vaziyetine çevrilmesi” olmuş ve eklemişti “eğer bunu yaparsan yıkılmaz kuvvet bulursun!”

Ben de bu altmış sene önce verilen müjdeyi size ilan ediyorum.

Muhterem Cumhurbaşkanımız!

İnşaallah büyük kuvvet buldunuz!”

Bu mektupta Sayın Cumhurbaşkanımızı tebrik ederken şu hususu da söyleyeyim tekrar Üstadımız Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmed’in vasiyetine de münasip açılmasını ezan-ı Muhammedinin aslı ile okunması kadar kıymetli görüyordu. Ayasofya için “Hem bu kahraman milletin ebedî bir medâr-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camii”   (Şualar / s.385)    diye ifade ediyor.

 

-Bediüzzaman hayatında Demokrat Parti’yi desteklemişti. Günümüzde sizce bu siyasi partinin geleneğini hangi parti sürdürüyor?

Cennet Vatanımızda istikrarı bozmak ve hükümeti zayıflatmak için her türlü bahane istimal edilip, içerden dışardan türlü türlü şeytanlıklarla kökü dışarda dal ve budakları içerde zındıka komitelerinin memlekette anarşi çıkartmak için çalışmaları zahirken, biz Nur Talebeleri vatan, millet ve İslamiyet namına Cumhurbaşkanımızın intihap ettiği Cumhur İttifakı adaylarını destekleyerek şer odaklarının karanlık hayallerini Allah’ın avn ve inayetiyle boşa çıkarmalıyız demiştik. Memleketimizin üzerinde büyük oyunlar oynanırken küçük hesaplar içerisinde olmak ancak gafletin ifadesidir. Müminler ise uyanık olmalıdırlar.

Bu karar ve irademizi aziz milletimize beyan ederek, halkımızın teyakkuzuna vesile olmayı bir borç bildik ve biliyoruz. İşte görüyorsunuz Avrupa kafirleri ve Asya münafıkları, ezeli İslam düşmanları hepsi bir araya gelmiş cennet vatanımızı ve Cumhurbaşkanımızı hedefe koymuşlar!

Âlem-i İslam’ın son kalesi ve ümmet-i Muhammed’in ümidi olan Anadolu’da, vatan ve millet ve bu vatandaki hükümet aleyhine müthiş planlar, asayiş ve nizamın tahrib edilmesi için perde altında değil artık alenen çalışmalar yapıyorlar.

Bizler vatanımızın beka mücadelesi verdiği bu dönemde mükerreren ifade ettiğimiz ve  umuma neşrettiğimiz gibi bir islam kahramanı olan ve gece gündüz mütemadiyen saldırılara maruz bırakılan fakat bütün enerjisiyle millete hizmetkarlıktan bir an dahi geri durmayıp çalışan Reis-i Cumhurumuzun vatan, millet, memleket ve islamiyet hizmetlerinde desteklemeyi bir vazife biliyoruz.

Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi yazmış olduğu bir mektuplarında “Evet biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üçyüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun.” buyurmakla ittihad-ı islam’a işaret ediyor ve “Bize işkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saâdetine çalışmışız.” diyor. Bizler de bu vatan ve milletin saadetine, islamın inkişafına, ümmetin birliğine çalışan İslam Kahramanı R. Tayyip Erdoğan’ı aynen Üstadımızın Başvekil Adnan Menderes’i ve Demokrat Partiyi desteklemesi nevinden destekliyoruz.

Kaynak: Nurdan Haber

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )