Nurdan Haber

Mehdilik isnadı ile inkarı arasında Bediüzzaman

Mehdilik isnadı ile inkarı arasında Bediüzzaman
05 Ekim 2015 - 12:03

Mesleklerinde veya meşreplerinde tefani olmuş veya daha açık tabiriyle sarhoş olmuş kimileri İslam’ın bütün güzelliklerini, mehasinini üstatlarına vermek gibi bir gaflete düşüyorlar. Halbuki, kimse İslam’ı ihata edemez ihata edilir yani İslam herkesi ihata eder.  Bu yolla hem meşreplerini basitleştirmiş hem de kendi kendilerine ta’an kapısını açmış ve aralamış oluyorlar. Bir de fırsat kollayanlar var. Kimi Nurcuların yaklaşımıyla Bediüzzaman’ın biraderi molla Abdullah’ın Muhammed Ziyaüddin meselesine yaklaşımı veya meftuniyeti arasında benzerlik vardır veya köprü kurulabilir.  Çocukluk yaparsanız çocuk muamelesi görürsünüz. Bu suretle çözümün değil sorunun parçası hatta kaynağı haline gelirsiniz. Önemli olan pusulayı malik olmak değil onu iyi kullanmaktır. Burada meşrep üstünlüğü meselesinden zinhar sakınmak gerekir.  Sevmek başka üstünlük kurmak veya üstünlük iddiası daha başkadır. Belki Gülen hareketi biraz daha mütevazi olsaydı bu vartalara düşmeyebilirdi. Allah kimseyi kayırmaz. İnsana çalıştığından, gayretinden gayrisi yoktur.  İnananlara ve gereğini yapanlara ve nusret edenlere nusret eder.   Övgülere kulakları açmak ve gerçeklere kulakları kapatmak bizi bir yere götürmez. Uhsu ale’l meddahine et turab. Meddahların suratına toprak çalın. Övmek ayakları kaydırmaktır. Bizi öven olmasa bile kendi kendimizi övüyoruz, meddah olarak kendi kendimize yetiyoruz. Yetiniyoruz.   Mesleğimizi ön plana çıkarta çıkarta muhteva boşaldı ve vazife kalmadı. Sanki araç amaç haline geldi. Risale-i Nur’u yüceltmek yerine muhtevasını yüceltmek ve hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmak daha evladır. Nefis edna vazife a’la olacağına fiiliyatta tersi oluyor!  Evet Vehhabiler gibi davranmayın ama Bediüzzaman’ın dediği gibi çeriyle çöpüyle de uğraşmayın bilakis Risale-i Nur’un üzümlerini devşirmeye bakın. Yoksa bu fart-ı muhabbetle Risale-i Nur’u basitleştirir ve zarar verirsiniz ama hiçbir katkınız ve faydanız da olmaz. Hatta ezbere okuduklarınızın size beş kuruşluk bir yararı dokunmaz. Doğrusu fart-ı muhabbet değil, -ki, şeni mübalağadır- zira burası ayakların kaydığı zemindir. Risaleler bizi fart-ı muhabbete değil fart-ı alakaya davet ediyor.   Sanıldığı gibi bir mahfuziyet yok.  Olsaydı Hazreti Peygamberin ümmeti toplu olarak mahfuz bulunurdu.  İmtihan sırrı ortadan kalkardı.  Nur talebeleri dahil kimse için imtihan ortadan kalkmış değildir.

İslam’ın kendisi Mesih ve Mehdi’yi tebşir eder

Ferdin Mehdi veya Mesih iddiasında bulunması başka kutsi metinlerin bunu tebşir etmesi daha başkadır. Teorik düzeyde İslam Mesih ve Mehdi’yi tebşir eder, müjdeler. Pratik düzeyde ise bazıları bu makamları kendisine yakıştırmaktadır. Bu ise bu kimselerin safderunluğunu gösterir.

Burada karşımıza meşrep muhabbetinden mütevellit bir yanlış ile bir de tahamül yani yüklenme çıkıyor. Yanlış kimi Nurcuların ifrat veya tefrit basamaklarında durmaları, deveran etmeleridir.  Kimileri Bediüzzaman’a Mehdilik isnat ederken Mücahit Bilici tümden bu makamı ortadan kaldırıyor. Hakikati olmadığını, psikolojik gerçeği olduğunu iddia ediyor. İfrat ve tefrit makamında Bediüzzaman’a söylemediği söyletiliyor.  Kimi Nurcuların ulu orta söylediklerini inkar makamında Star gazetesi gibi cerideler yazınca ‘ ne oluyoruz?’ gibisinden tepkilere rastlıyoruz.  Çocuksuluk karşı çocuksuluğu doğuruyor. Bazı kilise erbabının cehennemin solacağını veya  cehennemliklerin hatta insanların ebedi olmayacaklarını sadece Allah’ın bilgisinde mahfuz olarak yaşayacaklarını ( bilgi düzeyinde var olmak, yaşamak), ebediyetlerini sürdüreceklerini varsaymalarına benziyor.  Mehdilik hariçte bir vakıa mıdır yoksa zihinde bir tahayyülat veya psikolojik bir faktör müdür? Bediüzzaman öyle demiyor. Kimi Nur şakirtleri değil ama Nurcular Bediüzzaman’a söylemediğini söyletiyorlar. Hem ifrat ve hem de tefrit makamında! Kimileri Bediüzzaman beklenen zattan bahsettiği halde o’nu Mehdi tartışmasının içine sokuyorlar ve Bediüzzaman’ın şahsında ve zatında Mehdi’yi ispat etmek istiyorlar. Risalelerde olmayanı ona isnat ediyorlar.  Hüsnü zannı bu şekilde kurumsallaştırıyorlar. Niza ve çekişme konusu haline getiriyorlar.   Bu hem doğru değil hem de gereksiz bir zorlamadır. İkincisi ise Mehdi Bediüzzaman’ın tasdik veya tekzibiyle sınırlı olmayan İslami ve kimilerine göre de imani bir meseledir. Son sıralarda Karadavi gibi hocalar Mehdi meselesinin bir müjde meselesi olduğunu ve iman derecesine terakki etmeyeceğini veya imanın bir rüknü olmadığını söylüyor. Müjdeden öte hadisler tevatürü manevi derecesinde bir şeyi ispatlıyorsa bu ispat üzerinden Hazreti Peygamberin tasdiki imani bir meseleye girer. Red ve cerh eden Faruk Beşer hocanın da ifadesiyle ehli dalalet dairesine girer.  Kabir azabı gibi meseleler de olduğu gibi. Burada mesele bizatihi kabir azabından ziyade Hazreti Peygamberin bu vadide söylediklerinin tasdike değer olup olmadığıdır.  Bunun sınırlarını hadis  otoriteleri tayin eder. Hadis münekkitleri nezdinde kabule değer ise bu tasdiki zorunlu olan şeylerdendir. Ya da hadisin sübutu kuvvet buldukça imanı da zaruriyat kapsamına girer.  Dinde zorunlu olarak ispat edilenler, malum olanlar kısmına, (Ma ulime mineddini bizzarure )kapsamına dercedilir.

 Bediüzzaman neden beklenen zat ya da Mehdi değildir?

  Bediüzzaman Risalelere tecdit görevi verildiğini sarahatle ifade etmektedir. Mehdiyet dairesinde de bu cihetle vazifeli olduklarını söylemektedir. Kendisi Mehdilik dönemini üç vazife tafsil etmiş ve birinci basamağıyla yani tecdit altyapısıyla görevli olduklarını sarahaten söylemiştir. Makam veya lügat anlamında Mehdilik kesret ifade etse de istilahi Mehdi tektir. Mutlak olarak anıldığında Mehdi tektir ve taaddüt etmez. Bazı sıfatlarına taşıyanlara nazaran taaddüt edebilir. Kimileri bu meseleyi hevaları gereği yanlış anlama eğilimine giriyor. Istılahi Mehdi ne Ömer Bin Abdulaziz ne de başka bir müceddittir.  Açıktır ki, Bediüzzanman müceddit olduğunu ama Mehdi olmadığını söylemektedir.  Ulu orta elbette kimse Mehdiliğini teşhir etmez ama yakınlarına söyleyebilir. Ya da icraatlarıyla bilinir.  Haddi vusta olarak bunun ulu orta olmaksızın söylenmesi yasak kapsamına girmemektedir.  Nitekim, Osman Dan Fodio gibiler önce Mehdiliklerini ilan etseler de akabinde yanıldıklarını dermeyan etmişlerdir.  Bediüzzaman, Mehdi’nin hem tecdit hem de siyaset dairesinde vazifedar olduğunu ifade etmektedir. Ömer Bin Abdulaziz gibi. Buna çifte tecdit diyoruz.  Bu yenilenme ahir zamanda külli olacağı için buna Allah’ın izniyle Mehdi muvaffak olacaktır. Bediüzzaman’ın pişdar veya dümdar dediği, öncü kuşak, öncü bölüktür.  Bu olaylarla da ispatlanmıştır. Yoksa hatlar karışır hayali misyonerler olarak kendinizi İslami camianın ötekileriyle çatışır vaziyette bulursunuz.  Bugüne kadar ki İslam dünyasındaki gelişmeler de ittihad-ı İslam veya benzeri külli yenilenmelerin tahakkuk etmediğini ve dolayısıyla bu makamın ve misyonun hala boş olduğunu görmekteyiz. Bunu reddeden hayalperest ve mükabirdir.    Lakin kimilerinin üstat veya meşrep muhabbetiyle İslam dünyasının yüz yıllık bedbaht halini bile asude bir iklim veya bahar gibi takdim etmeye, göstermeye çalıştıklarına şahit olmaktayız. Yanlış teşhisler bizi hayal dünyasına mahkum eder.  Asude iklim nerede? Geleceğinden şüphe etmiyoruz ama hayalcilerin hayallerindeki gibi olmadığı da ortada. Dolayısıyla İslam dünyasının kötü ahvali Mehdi’nin zuhurunu bekliyor. Bu aynı zamanda Buhari ve Müslim’in anlatımındaki ahir zaman halifesidir.  Lakin bu heveskarların hevesine hitap edecek bir alan değildir. 

Birileri neden Bediüzzaman, Mehdiyet çağında ve onun dilimlerinden birisiyle görevli ama Mehdi olmadığı meşrep muhabbetinden uzak bir biçimde kaleme almalıdır. Bu mesele kimi Nur talebelerinin kamburu haline gelmiştir. Açık yazdığım ve kendileri açısından acı gerçekleri dile getirdiğim için bazılarının hayalini kırdığım için kimse alınmasın, kusura bakmasın.  

Ne yazık ki, kimi Nur talebeleri bugün Bediüzzaman’ı temsil edecek seviyede değil. Çocuksu bir muhabbetin ötesine geçemiyorlar. Bu, Bediüzzaman’ın şahsına yabancılaşsınlar çağrısı değildir. Lakin basit muhabbetin kimseye yararı yoktur. Ne Bediüzzaman ne de sevenlerine bir faydası olsun.   Somuttan gidecek olursak; ellerinde Risale-i Nur pusulası olsaydı ya da tabiri aherle  pusulaya kulak verselerdi en azından Suriye cephesinde hatları ayırır, kimin yanında duracaklarını kestirebilirlerdi. Bediüzzaman adına hevaya tabi olmak Nur talebeliği olamaz. Yoksa mum dibine ışık vermiyor mu?

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )