BİR DEVLETİ YÜKSELTEN ÖNEMLİ BİR SEBEB DAHA: İZZET-İ İLMİYE
Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemlerinde tam manasıyla hür bir ilmin de önemli etkisi olduğunu ifade etmekte yarar vardır. Memleket ve vatan bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma’rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te’min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür.
Abbasî Devleti’nin ilk halifeleri, Endülüs Emevilerinin başlangıçtaki idarecileri ve ilk Osmanlı Padişahları, bu muvâzeneyi temin eden en müşahhas misâllerdir. Fâtih Sultân Mehmed’in vezirlik ve kazaskerlik teklifini reddeden, diğer taraftan Fâtih’i tekyesine de kabul etmeyen Molla Güranî; Fâtih sarayında ve kendisi de tekye ve medresesinde kaldığı müddetçe, bu dengenin korunabileceğinin çok iyi idrâki içindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu önemli muvazene düsturu şu şekilde ifade edilmektedir: “Kadılar, şer’î hükümleri icra edeceklerdir. Ancak memleketin nizâmı, korunması ve vatandaşın idaresi ile alâkalı hususları hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelâ-yı devlete havale edeceklerdir”. Bu sebebledir ki, eskiler, devlet adamlarına erbâb-ı seyf, ilim adamlarına ise erbâb-ı ka-lem demişlerdir. Zikredilen bu muvâzeneyi sağlamada en önemli vazife, ilim adamlarına düşmektedir.
İlim adamları bilmelidirler ki, dünyada en yüksek rütbe ve şeref, ilmin rütbesi ve şerefidir. Hakk’a ve hakikata âşık bir ilim adamı, hakk’dan başkasına tâbi olmaz. Zira hakk’ı tanıyan, hakk’ın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Hakk’ın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmemek icabeder. Ebüssuud’un biraz önce zikrettiğimiz şu cümleleri bunu aksettirmektedir: “El-Cevab; Olmaz. Padişah’ın emri ile nâmeşru’ olan şey meşru’ olmaz. Haram olan nesne helâl olmak yoktur”.
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz