Nurdan Haber

Bediüzzaman’ın Eski ve Yeni Said Dönemi ve Siyaset Alakadarlığı

Bediüzzaman’ın Eski ve Yeni Said Dönemi ve Siyaset Alakadarlığı
09 Mart 2017 - 10:32

SİYASET: Siyaset kavramı, tabiri Risale-i Nur’da çok yönlü fakat muhtelif bahisler tarzında hem eski hem de yeni Said’in eserlerinde ele alınmıştır. Şimdilik çok mühim olan bu bahislerden birkaç nokta üzerinde duralım;

Burada kendi yaşadığı çağ ve şimdiki zaman itibariyle Üstad Bediüzzaman hazretlerinin siyasete bakışı nedir? Risale Nur siyaset konusunda öz olarak ne demiştir.

Kısaca ifade edecek olursak: Ekseriyetle Üstad siyasetle ve içtimaiyatla alakalı fikirlerini Eski Said döneminde veya Eski Said kimliği altında açıklamıştır. Hikmeti Yeni Said hayatını iman hizmetine hasretmiş, Kuran’ın ve iman hizmetinin maslahatları siyasetten uzak durmayı iktiza ettiğini çok yönleri ile izah etmiş, “Eûzü billahimineşşeytani vessiyaseti” deyip “şeytandan” ve “siyasetten” Allah’a sığınmıştır.

1950’den sonra Hutbe-i Şamiye eserini yeniden kendisi tercüme edip: “Benden siyasi ders istiyorlar, benim hayat-ı içtimaiye-i siyasiyeye dair dersim, bu Hutbe-i Şamiye eseridir.” diye ilan etmiş. Yine eski eserlerinden Münazarat, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi gibi bazı eski eserlerini hayatının son zamanlarında tekrar tashih edip neşrettirmiştir. Zaman zaman da Yeni Said devrinde de maslahata göre siyaset ve içtimaiyatla alakalı mektuplar da yazmış, telifatta bulunmuştur.

Eski Said’in, ekserisi siyasi ve içtimai meselelere taalluk eden, hemen hemen bütün eserleri Âsâr-ı Bediiyye adı altında rahmetli Abdulkadir Badıllı Ağabey tarafından cem edilmiş ve Envar Neşriyat’ta hem yeni, hem de eski yazı olarak neşredilmiştir.

Gelelim Üstad’ın siyasetle alakalı bazı mühim derslerinin başlıklarına:

Hutbe i Şamiye eserinin baş tarafında altı dehşetli hastalıktan birisi “Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi” olarak mühim bir tesbit var. (Hutbe-i Şamiye s.20)

1. Hutbe i Şamiye ÜÇÜNCÜ KELİME’den birkaç cümle:

Ki; bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülâsa ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyetin üss-ül esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.

Evet, sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni’-i Zülcelal’in kudretine iftira etmektir.

Küfür, bütün envaıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Hâlbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştırmış. (Hutbe-i Şâmiye, s.46)…

“Ey bu Câmi-i Emevî’deki kardeşlerim! Ve kırk-elli sene sonra âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. “Urvet-ül vüska” sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur.” (Hutbe-i Şâmiye, s.47)

2. Eski Said, siyasetle hangi maksadla meşgul olmuştur?

Cevabı Üstadımızdan:

“Ey kardeşlerim! Kırk beş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaşılıyor ki; o Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır. Fakat sakın zannetmeyiniz ki; o, dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: “Dinin bir hakikatını bin siyasete tercih ederim.” Evet, o zamanda kırk-elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeğe teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyet’in hakaikına bir hizmetkâr, bir âlet yapmağa çalışmış.

Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların Garblılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeğe çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”

Elhasıl: ESKİ SAİD SİYASETİ DİNE ALET VE TABİ YAPMAK DÜSTURU İLE HAREKET ETMİŞ.

3. Çok mühim bir hakikat; siyasette biz müteharrik-i bizzat değiliz:

“Neden geldin geleli siyasete karışmıyorsun?

Dedim:

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَ السِّيَاسَةِ

Evet, İstanbul siyaseti, İspanyol gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzât değiliz. Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip, esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz. Madem ki menba’ Avrupa’dadır. Gelen cereyan, ya menfî veya müsbettir. Menfîye kapılan, harf gibi

دَلَّ عَلٰى مَعْنًى ف۪ى نَفْسِ غَيْرِه۪

Yahut

لاَ يَدُلُّ عَلٰى مَعْنًى ف۪ى نَفْسِه۪

tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzât haric hesabına geçer. Çünki iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti faide vermez. Bahusus menfî iki cihet-i za’fla, haric cereyanın kuvvetine bir âlet-i lâya’kıl olur.

Diğer müsbet cereyan ise ki, dâhilden muvafık şeklini giyer. İsim gibi,

دَلَّ عَلٰى مَعْنًى ف۪ى نَفْسِه۪

dir. Hareketi kendinedir. Tebaî haricedir. Lâzım-ı mezheb mezheb olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, haric cereyanın müsbet ve za’fına inzimam etse, harici kendine âlet-i lâyeş’ur edebilir.” (Sünuhat, s.53)

Bu mananın devamını görmek istiyenler Sünuhat eserine müracaat edebilirler.

Osmanlının son zamanlarında mağlubiyet hengâmında düçar olduğu böyle vaziyet i canhıraşâneden şimdiki şartlar ve milletimizin gayretleri ile inşallah kurtuluruz. Zira üstadımızın çok yerlerde ve bilhassa Hutbe- i Şamiye ve Sünuhat’ta verdiği müjdelerin vakti gelmiştir diye ümit ediyoruz.

4. Siyaset umumun meşgul olması gereken bir vazife değildir. Ancak vazifedarları teveccüh etmesi kâfidir.

“Evet haricî siyaset memurları ve erkân-ı harbler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili; basit fikirli ve idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla, onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmek ile dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merak ile onlara göre malayani ve lüzumsuz mesail-i siyasiyeyi radyo ile ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki; ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.”( Kastamonu Lahikası s.38)

5. Siyaset umumi bir vazife olmadığı gibi iman hizmetine nisbeten en mühim, en büyük vazifede değildir. Şualar s. 202-203 Dördüncü Mesele’de bu cihan harbinden daha büyük bir hadise mi var? Sualinin cevabında:

“Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhâssa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek. İşte o dava ise, yüzbin meşahir-i insaniyenin ve hadsiz nev’-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, kâinat sahibinin ve mutasarrıfının binler va’d u ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?

İşte o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyen hârika bir dava vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî malayaniyat ile iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır, diye kanaatımız var. (Şualar s.203) denilmektedir.

Hem iman hizmetine nisbeten, belki ikinci üçüncü dördüncü derecede başka bir ifadesinde ise belki onuncu derecede bir vazifedir diye tarif edilmiştir.

“Hakaik-i imaniye, her şeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzât olmak lâzım iken; şimdiki hal-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhâssa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhâssa medeniyetin sefahet ve dalaletine ceza olarak gelen gazab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarları ve a’sabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ülemalar, belki de veliler; o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tâbi’ olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı belki ehl-i velayeti tenkid ve adavet eder, hattâ hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbi’ yaparlar.

İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur’un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan ıskat etmiş ki; bu harb-i umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.

Hem Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken, zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.

Cenab-ı Hak bize nur ve nuranî vazifeyi vermiş; onlara da, zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmağa tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envâr-ı imaniye kâfi ve vafidir.” (Kastamonu Lahikası s.118)

6. Siyaseti bu asrın nazarı ön plana çıkarmış. ( Sözler 27.Söz)

“Nasılki çarşıda mevsimlere göre, birer meta merğub oluyor. Vakit be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem meşherinde, içtimaiyat-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer meta’ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda yani çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celboluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ: Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi… Ve selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek idi.” İlh…(Sözler s.481)

7. Siyasetle meşgul olacak nur talebeleri ancak Risale-i Nur’u alet etmeden şahısları namına girebilirler.

8. Mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa dost ve yardımcı olunur.

9. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz.

Bu son üç madde çok yerlerde izah edilmiş, ezcümle:

“Evet Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar ((Haşiye): Demokrat çıktı, bir derece kırdı.)) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi’ ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan mübarek Isparta’nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi noktasında, dâhilde tarafgirane vaziyet almamak, mu’terizlerin nedametine ve hakikata dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.” (Emirdağ-1, s.160-161)

10. Üstad’ın Üçüncü Said dediği ömrünün ahirinde ve daha evvel benzeri siyasilere verdiği derslerin mahiyeti ise siyasileri ikaz ve nur talebeleri ve ehl-i imanı irşad içindir. Zira bu gibi vazifeyi ifa ulemaya farzdır. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.17)

Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir.

Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü-l emirler düşünsünler. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.21)

Bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasıd-ı meşruaya masruftur. Zira bu vazifeye müteveccih olan cem’iyetler pek az, kıymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasiyyunu irşad tarîkiyle siyasete taalluk edecektir. (Hutbe-i Şamiye, s.95)

11. Risale-i Nur ve nur talebeleri bu gün itibariyle siyasete ve yakında olacak seçimlere yaklaşımlarını Üstad’ın talebeleri Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Ahmet Aytimur ağabeylerin imzası ile efkar-ı âmmeye duyurmuşlardır. Tekrara ihtiyaç kalmamıştır.

Bu meseleye bu kadarla iktifa etmek istiyoruz. Çünkü siyasetin manası, faidesi ve zararları külliyatta çok geniş bir şekilde ders verilmiş. İsteyen nurlara müracaat eder.

Abdullah Hulusi

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )