Nurdan Haber

Dil ve Risale-i Nur

Dil ve Risale-i Nur
18 Ocak 2016 - 8:47

Yazımın ana teması, Risale-i Nur’da kullanılan ‘’üslup’’ olacaktır. Altı bin sayfalık, dev bir İslam hazinesi niteliğini taşıyan bu eserlerde nur müellifinin zikredilen hakikatlere yaklaşım şekli, konuyu ele alışı ve manaya giydirmiş olduğu temsil ve bu temsilin üslubu, ahir zamanda tebliğ noktasında manidar düşmektedir. Evet zamanımızın anlayışına uygun bir tefsir olan Risale-i Nur, felsefecilerin bahsettikleri gibi kainattan bahsetmeyen Kuran-ı Kerime mucizevari bir ayna olmuştur. Kur’anın üslubu ve bir vech-i icazı (mucizelik yönü) nasıl ki ölüm anındaki hastalara bir zemzem suyu gibi hoş ve akıcı geliyorsa ve aynı zamanda ayetler inkar-ı uluhiyetin tüm suallerini içinde barındırıyorsa ve eğer risalelerde bu asırda kurana külli bir ayine olmuşsa rahatlıkla diyebiliriz ki Risale-i Nur insanlara imanî hakikatleri ulaştırma noktasında Kur’anın bu noktasından ahzedilmiş tebliğ metodunun benimsemekte ve başarmaktadır.

Burada anlatmak istediğim mevzuyu belki de en iyi örneklendiren yerlerden birisi 30. Sözde zikredilmektedir. Buraya hasredilmeksizin külliyatta hep bu misallerle karşılaşmaktayız. Otuzuncu sözde bildiğimiz üzere atomun iki hareketinden bahsedilmektedir. Atomun kainatın Halıkına(yaratanına) olan delilini ispat etmek ve felsefenin inkar nazarlarından kurtarmak kolay bir iş olmasa gerek -ki müellif altı saatte yazdığı bu eser için: ne ben ve nede felsefeciler ve dahi insanlar altı günde mütalaa edemezler demiştir. Zikredeceğimiz cümle kısa hatta ara bir cümle olması hasebiyle dikkatlerden kaçmış olabilir. Cümle şu şekilde geçmektedir; ‘‘Biri enfüsi diğeri afaki iki harekat-ı cezbekaranede zikir ve tesbih-i ilahi ile Mevlevi gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri…’’ bu cümlede kısa bir kesit alıp incelediğimizde nurların üslubunun taşıdığı çok maksatlardan bir kaçının izine rastlamaktayız. Öncelikle atomun bilinen iki hareketinden bahsedilmektedir. Fenlerin şahitliğiyle bilmekteyiz ki atomun ilk hareketi kendi etrafında dönmesi, ikinci hareketi ise hayatlı cisimlere girmesi ve onların içinde çalışması ve vazifesini ifa etmesidir. Bu manaya müellifin ‘‘cezbekarane’’ demesiyle aslında fennin sıkıcı tabiatını, Kur’ani bir üslup ile yoğurarak tasavvuf kapısına çıkarma amacı içinde olup niçin temsil ve teşbih ile izah etmek gayretinde olduğunu da ayrıca anlamaktayız. Yani nasıl ki Kur’an-ı Kerim tarihte bilinen meşhur kıssaları gümüş iken yed-i beyzasına alarak altın şekline çevirmesiyle bir halden başka bir hale sokmasıyla ‘‘belağat’’ nakşına mazhar etmiş ve beliğ konuşan kesimi kendine hayran bırakmıştır, aynen bunun gibi Kur’ana ayna olan nurlarda atomun  hareketini imani üslup ile yaldızlayıp okuyucuların akıl sofrasına özenle sunmuştur.  Avam tabakasını sıkan fenni bilgiyi, insanların ruh ve kalplerine nüfuz eden tasavvufi bir üsluba çevirmiş ‘‘marifet’’ haline dönüştürmüştür.

Risale-i Nur‘un değindiği bir çok meseleye dikkat ettiğimizde, tasavvuf çizgilerinin izine sıklıka rastlamaktayız. Tasavvuf ekolü tarzını benimsemeyen ve her yönüyle hakikatı esas tutup o yolu benimseyen bir cadde-i Kur’ani olan Nur Külliyatı, binlerce yıl tarikat vasıtasıyla İslamiyet’ten feyiz alan bir milleti bir anda hakikat caddesine çekerken eski izleri unutmamakta, ara çizgiler diyebileceğimiz yumuşak geçişler vasıtasıyla Hakikatı İslamiyeti insanlara sunmaktadır. Örneğin az evvel bahsettiğimiz otuzuncu sözde zikredilen cümlede ‘‘enfüsi’’ ve ‘‘afaki’’ diye iki ayrı kelime geçmektedir. İki ayrı tarikat ekolüne atfen kullanıldığı açıktır. Daha da içine girdiğimizde bizi İslamiyet menbaından ayrılan kollar gibi hakikatlı tüm yolların izlerinden mahrum etmediği, zerrelerin hareketini tasavvufi bir üslubla anlattığı, insanları özelde mü’minleri ünsiyet ettikleri kelimelerle birlikte kainat kitabını okutturmayı hedeflediğini anlamaktayız. Mevlevi kelimesinin kullanılması ayrı bir delil olarak karşımıza çıkmakta ve kainat okunduğu vakit tefekküre İslami canlılık kazandırmakta olduğunu görmekteyiz. İlk bakışta seçilerek kullanılan kelimeler gibi gelmese de ülfet perdesini yırtan müdakkik ve dikkatli bir Mümin için görünen o ki, müellif bu cümlede enfüsi ve afaki kelimeleri kullanarak fenni malumatı ‘‘marifetullah ateşine’’ dönüştürmüş, bu ateşi de muhabbetullah ışığıyla yaldızlamış ve Müminlere sunmuştur.

Zerrenin Mevlevi vasfıyla sıfatlandırılması, İslam tarihinde alışılageldik mecazlı bir üslüp olarak görünmemektedir. Ama kainatı hallaç pamuğu gibi tarayan Risale-i Nur, tüm kainatın ibadetini vurgulayan paradigmasıyla zerreye meczup Mevlevi vasıflandırması yaparak tüm kainatın her an zikirde olduğunun altını çizmektedir.

Dikkati mucip bir diğer noktada nurların arka planında İslam tarihinin hazinesinin gömülü olmasıdır. Nurların her bir kelimesinin maksatlı kullanıldığını nazara alan bir okuyucu kelimelerin arkalarında ne tür maksatlar olduğunu anlayabilir. Unutulmamalıdır ki Nur müellifin kullandığı kelimeler nebevi terminolojinin son asra bir hediyesidir/mirasıdır. Demek Risale-i Nur vahyin kalbine akan yolu kullandığı kelimeler ve kavramlarla olabildiğince genişletmiştir. Buraya vereceğimiz bir başka misal ise 2. Şuada geçen Kainattaki galaksilerin iç içe olduğu bir uzay resmini kelimelere dökerek uzayı birbirine sarılı bir gül goncası tabiri ile resmetmesiyle kozmoğrafya ilminin Tevhid tabanına oturtulduğunu anlatarak mesajlar verdiğini anlamaktayız. Bu arada yanlış anlaşılmasın Nurların Tasavvufi kavramlarla dolu olduğuna dair bir tez ileri sürmüyorum fakat ruh ve kalbin iklimine soğuk düşen, ruha pek bir kemalat vermeyen felsefi kavramlar, nurlarda yerini İslami kavramlarla değişmiş, akıl-kalp birlikteliğiyle tefekkür sahasını olabildiğince İslami terminoloji üzerinden yapmayı amaçlamıştır.

Anlatmaya çalıştığımız noktaya başka bir örnek ise, nurlara ilk muhatap olanların ilk karşılaştığı, önce basit bir kısım gibi görünen ama onda derinleştikçe derinleşen, müellifin ‘onla’ değil ‘ona’ diye başladığı birinci sözde rastlıyoruz. Bir çekirdeğin ağacı omzunda nasıl taşıdığını anlatan, bununla kalmayıp esmanın bir nevi tecelligahlarının kapısını zihin dünyamıza yansıtan bu kısma dikkat ettiğimizde öncelikle çekirdeğin fen ve felsefenin boğularak anlattığı üslup tarzından kurtarıldığını, Kur’ani bir nazarın boyasıyla boyalandığının değişimini görmekteyiz. Çekirdek temel olduğu ağacın tüm kimyevi programını kendinde barındırmaktadır. Bu mevzuyu ifade eden  kelimeler Kur’ani kelimeler ile kaplatılmış, sayfalar dolusu kitaplarla anlatılacak bir fenni mevzu, yine mecazlı, gerekli ve yerinde bir üslupla tatlı bir Tevhid bürhanına dönüştürülmüş ve öyle sunulmuştur. Kısaca bilgi odunlarını nur müellifi marifet ateşine çevirebilmiştir. Veyahut ezberindeki 90 cilt kitabın Kur’ân’a basamak olduğunun başka bir yansımasıdır.

Bu anlattığımız mevzuya belki de en esaslı örnek, bahsi çeşitli yerlerde geçen güneşin etrafındaki kürelerle olan münasebetinin anlatıldığı kısımlardır. Orijinal metninde şöyle geçmektedir “zikrederiz kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz.” “eğer sükutuyla sükünet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezada muntazam meczubları” Burada güneşe ser-zakir vasfı verilmiş, etrafındakilere ise meczub Mevleviler vasfı koyulmuştur. Burada Tasavvuf-Sufizm akımının gerekli tüm kodlarını ince bir titizlikle eserinde gösteren ve bununla beraber akl-kalp dengesini koruyan bir nur müellifi olduğunu unutmamalıyız. Fakat şu çok önemli; Risale-i Nur bir sünuhattır, irade ile yazılmış klasik bir eser değildir. Bundan ötürü yazdığımız tüm fikirler bu noktada değerlendirilmelidir. Burada dikkati mucib diğer bir nokta ise nur müellifinin okuyuculara kazandırdığı Kur’anî bir tarz-ı nazardır. Çünkü kainatı abesiyet ve cumûdiyet (cansızlık) şeklinden çıkarıp, âbid ve tesbih eden bir canlı olarak nazara sunması, kainatın şekl-i manevisini değiştirip getirdiği nurla, kainatı müsebbih yani tesbih eden bir tarzda nazara veren Cenab-ı Peygamberin sünnetine ittiba’dan gelmektedir. Tamamen Kur’ani bir bakış açısıdır.

Risalelerin en bariz hasiyetlerinden biri kalbe feyiz verirken akla da marifet balları devşirmesidir. Bu feyzin doğrudan Allah’tan olduğuna imanımız var. Fakat Allah bu feyiz menbaını başka bir esere bahşetmemiştir. Allah nasıl ki meyveyi ağaçla, suyu bulutla veriyorsa Risale-i nura verilen bu feyzin de bir esbabı, ilmin en derin ve ince noktalarını, hissi rencide etmeden İslamiyet’in suyu ile yoğurup bize takdim eden ve kullandığı dil ile lahuti bir havayı insanın ruh alemine estiren müellifinin şahsî gayretidir.

Zaten unutmamak gerekir; Risale-i Nur zahmetli okumaları, sıhhatli düşünmenin olmazsa olmaz koşulu olarak görenlere verilen, bir eşsiz hediyedir.

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )