Nurdan Haber

MEHMED KIRKINCI KİMDİR?

MEHMED KIRKINCI KİMDİR?
24 Şubat 2016 - 20:59

Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi, âlimler ve hocalar diyarı Erzurum ilinin merkez köylerinden Güllüce’de 1928 senesinde dünyaya gözlerini açtı. Aslında kimlikteki soyadı ‘Kırkıncıoğlu’ dur. Koyun tüccarı olan babası Celalettin Efendi işi gereği Erzurum’la sıkı münasebet halindeydi. Âlimlere ve ilme çok düşkündü. Oğulları Mehmed’in ve Musa’nın da ilim tahsil etmesini arzu ediyor, bunun zeminini hazırlamak istiyordu. Bu sebeple 1940 senesinde küçük Mehmed henüz 12 yaşında iken Erzurum’a taşındı. Baba Celaleddin Efendi, İhmal Mahallesi’nde evini aldı ve Gürcü Kapı’da da bir dükkân açtı.

İleride, Kur’an ve iman hizmetlerinin fedakâr bir hizmetkârı olacak olan küçük Mehmed’in yorulmaz ve tok olmaz yolculuğu, evlerinin karşısındaki Caminin İmamı Mehmed Efendi ve oğlu Ziyaeddin ile başlamış olur. Erzurum evliyasından Rauf Efendi ve Hüsnü Efendinin tavsiyeleri ile Ulemadan Mustafa Necati Efendiye talebe olur. Bu ilk hocasıdır.

Rahmetli Celaleddin Efendi oğlu için ilim tezgâhını hazırlamış, muradına ermişti. İleride büyük sıkıntılar ve hapis hayatları yaşayacak olan evladı Mehmed için kendisini tenkit eden dostlarına iftiharla: “Ben oğlumu bu yolda feda ettim” diyecekti. 1960 ihtilalında Türkiye’de müessir 400 küsur kişinin toplandığı Sivas tecrit kampı başlar… Bittiğinde Kırkıncı Hocamız eve döner ve ailesine koğuştaki hizmetlerini aşk ve şevkle anlatır. Baba Celalettin Efendi buna çok memnun olur ve: “Ben korktum ki sen orada Nur hizmetinden usanıp geri çekileceksin. Fakat seni böyle hizmette aşk ve şevk içerisinde görmek beni sürurlara gark etti. Oğlum, zaten meşakkat ve ızdıraplar bu kudsî yolun şanındandır” diyerek desteğini sürdürür.

Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi, bu memleketi idare eden siyasiler, yazar ve ilim adamlarıyla siyaset namına değil; belki, milletin ve vatanın selameti için, zaman zaman görüşmüş veya mektuplarla onlara yol gösterici uyarılarda bulunmuştur.

Kırkıncı hocamızın Hikmet Pırıltıları, Nükteler, Kader Nedir, İnsan Millet ve Devlet, İrşad sahasında Bediüzzaman, Bediüzzaman’ı nasıl tanıdım, Cihad sahasında Bediüzzaman, Dar’ül-Harp nedir, Gönül Damlaları, Hayatım-Hatıralarım gibi çok sayıda eserleri bulunmaktadır.

Bundan sonrasını, Mehmed Kırkıncı Hoca Efendinin talebimiz üzere lûtfedip yazıp gönderdiği ve Ağabeyler Anlatıyor-2 kitabında yayınladığımız uzun hizmet hatıralarından ilgili kısımları kendi ifadelerinden okuyalım.

Ömer Özcan

 

Hocam Nadir Efendi bana dedi ki: 

“Ben Abdülkahir Cürcani’yi, Taftazani’yi; İbn-İ Sina, Aristo gibi mantık üstadlarının eserlerini de okudum. Bediüzzaman’ın İşârat-ül İ’caz kitabını Okuduktan Sonra…”

 

BEDİÜZZAMAN’I BANA HOCALARIM ANLATMIŞTI 

Küçüklüğümde, köyümüzün büyükleri arasında Bediüzzaman lâkabıyla şöhret bulan zattan sık sık söz edilirdi. 1940’da şehre gelince şehir halkında da aynı muhabbeti, yani Bediüzzaman sevgisini görmüştüm. Orada da Bediüzzaman’ın kahramanlıkları, kerametleri dilden dile dolaşıyordu. Bu bende büyük bir merak ve alâka uyandırmıştı.

Tahsil hayatımda:

• İlk Hocam, Mustafa Necati Efendidir. Kendisinden 1941-1946 seneleri arasında ders aldım. Her zaman Bediüzzaman’dan bahseder, takdir ve hürmetle onun kahramanlıklarını ve deha derecesindeki zekâsını anlatırdı.

• İkinci hocam, 1946’dan sonra ders aldığım Hacı Faruk Bey de aynı şekilde Bediüzzaman Hazretlerinin ilmini, meziyetlerini hep anlatırdı. Kendisi hem din, hem de fen ve felsefede derin bir vukufiyete sahipti. Bediüzzaman’ın Erzurum’a ilk gelişinde bir ay hizmetini yapmış. Derdi ki: “O, sohbetlerinde bu asrın hastalık ve ızdıraplarını hakkiyle teşhis ederdi. O’nun bu mümtaz meziyetleriyle, istikbalin manevi hekimi olacağını tâ o zamanlar hissetmiştim.”

• Üçüncü Hocam, Solakzade Sadık Efendi de Bediüzzaman Hazretlerinin tam bir hayranı idi. Kendisinden 1948-1951 yılları arasında mantık, usûl-ü fıkıh ve ilm-i kelâm derslerini aldım. Bu hocam derdi ki: “O, nâdirü’ül-vücud bir insandır. İlmin ve irfanın zirvesindedir. Ruhunda büyük bir cihad aşkı vardır. Onda bu memleketin terakkisine mani bütün engelleri aşacak bir istidat görünüyordu. Kendisinin Erzurum’da kaldığı müddetçe birçok sohbetinde bulunmuştum.”

• Dördüncü Hocam, Nâdir Efendi ise –Şarkın tanınmış âlimlerinden biridir- diğer hocalarıma göre Bediüzzaman’ın hem Eski Said, hem de Yeni Said dönemlerini daha iyi biliyor ve şöyle diyordu: “Ben Seyyid Şerif-i Abdülkahir Cürcaniyi, Taftazaniyi; İbn-i Sina, Aristo gibi mantık Üstadlarının eserlerini de okudum. Bediüzzamanın İşârat-ül İ’caz’ını okuduktan sonra bu belagat dâhilerinin sezemediği birçok nokta ve nükteleri hârikulade bir şekilde Bediüzzaman’ın keşfetmiş olduğunu gördüm. Kızıl İ’caz isimli eserini tam bir yıl tedkik ettim, onda serdedilen kaideleri Aristo ve İbn-i Sina gibi mantık üstatlarının tasavvur bile edemediklerini anladım” derdi.

İşte, Bediüzzaman hakkında hocalarımdan edindiğim bu malûmatlar ile ruhumda şiddetli bir arzu ile onu tanımak ve okumak ateşi yandırmıştı. İlk defa Hocam Nâdir efendiden Münazarat kitabını alarak okudum. Çok etkilendim ve çok istifade ettim. Orada geçen Van, Horhor Medresesi tabirleri kalbime bir kemend attı ki, oraları ziyaret etmek iştiyak ve heyecanı içimde uyandı. Daha Sonra Üstad’ın diğer eserlerini okumaya devam ettim. Van, Horhor, Erek Dağı, Zernebat ziyaretlerimi gerçekleştirdim, oradaki talebeleriyle tanıştım. Onların hatıralarını dinledim ve gördüm.

Risale-i Nurları okudukça ve bu seyahatlerim neticesinde Kalbimde Üstadımızı görmek, ziyaret etmek arzusu cevelan etmeye başlamıştı. Nihayet bu arzu ve iştiyak 1956 senesinde tahakkuk etti…

Genç Mehmed Kırkıncı

 

GÖNLÜMÜN SEMASINA NURLU BİR DOLUNAY DOĞMUŞTU

Sene 1956. Üstad’ın Isparta’da kaldığı eve vardık. Merdiveni tırmanmaya başladık. Baktık merdiven başında gür kaşlı, heybetli biri duruyor. Rüşdü (Çakın) Ağabey bizi tanıştırdı. Bu Tâhirî Ağabeydi. Heybetli ve celadetli fakat bir o kadar da mütevazı idi. Kendisine formayı ve yolda Üstad’ın yanında utanır sıkılır belki konuşamam diye yazdığım mektubu verdim. Aldı ve Üstad’ın odasına girdi. Geri döndü, “Üstad’a söyledim, sizi kabul edecek biraz bekleyin” dedi.

Salon oldukça sade idi. Yere serilen halılar tahta zemini bile tam örtmemişti. Oturacak tahta bir divandan başka bir şey yoktu. Duvarlar çıplaktı. Fakat sultan saraylarında bile bulunmayan derûnî bir hava vardı, huzur vardı. Bütün yorgunluklarımı unutmuştum.

Kapı hafifçe aralandı, gönlümün semasına nurlu bir dolunay doğmuştu… Bediüzzaman teşrif buyurmuştu… Ayağa fırladık, ellerini öptük. Tebessümle “Hoş geldiniz” dedi. Oturduk. Tâhirî Ağabeye okuması için yolda yazdığım mektubu verdi. Tâhirî Ağabey, “Üstad’ımızın Cihan Harbi’nden önce Erzurum’a geldiğini, bir ay Kurşunlu Camiinde kaldığını, âlimlerle sohbetlerde bulunduğunu” söyledi. Sonra mektubu okudu. Üstadımız mütebessümane dinledi ve duada bulundular.

 

RİSALE-İ NUR, ÇOK YAKIN BİR ZAMANDA BAŞ TACI OLACAKTIR

Daha sonra Üstadımız Ankara’dan getirdiğim Sözler formasını sürurla çevirmeye başladı. Bize dönerek “Risale-i Nur, çok yakın bir zamanda baş tacı olacaktır. Öyle zaman gelecek ki, satırları altınla yazılacak, radyo dili ile bütün dünyaya neşrolunacaktır” diye işaretlerde bulundu. Daha sonra Risale-i Nurları okumanın ehemmiyeti üzerinde konuştu, nazarları eserlere teveccüh ettiriyordu. “Uzaklardan buralar gelmenize hiç lüzum yok. Risale-i Nur’u okuyan, benimle görüşmüş ve benden ders almış gibidir. Sizler buraya gelince ben minnet altında kalıyorum. Sizlerin hiç olmazsa yol paranızı vereyim” dediler.

 

TECESSÜM ETMİŞ BİR NUR GİBİYDİ

Üstad’ı dikkatle dinliyor, kendisini hayran hayran seyrediyordum. Konuşurken sağ elini yer yer sol dizine hafifçe vuruyordu. Her hareketi nezaket ve nezahet içindeydi. Tecessüm etmiş bir nur gibiydi. O anda, vücuduma bir hiffet, ruhuma bir inşirah, idrakime bir intibah geldi. O’ndaki nûranî letafet, gönlümü feyziyle vecde ve ruhumu şevkiyle ihtizaza getirmişti. Yaşına rağmen delikanlı gibi zinde idi. Yorgunluk eseri görünmüyordu. Rengi hafif pembe, boyu ortanın üzerindeydi. Zarif bir endamı vardı. Dudaklarında letâfetli bir tebessüm, gözlerinde şefkat pırıltıları vardı. Ensesinden ve şakaklarından aşağı doğru dökülen gür ve beyaz saçları dikkatimi çekmişti.

Formayı, “Zübeyir oku!” diyerek uzattı. Zübeyir Ağabey edeple alarak okumaya başladı: “Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki: İçinde iki unsur var ki, her tarafa uzanmış, kök atmış. Hayır şer, güzel çirkin, nef’ zarar, kemâl noksan, ziya zulmet, hidâyet dalâlet, nûr nâr, iman küfür, tâat isyan, havf muhabbet gibi âsarlarıyla, meyveleriyle şu kâinatta ezdad, birbiriyle çarpışıyor. Daima…”

Okunan bu parça, sanki benim az önce sokaklardan geçerken yaşadığım hâlet-i rûhiyeme, suallerime ve istifhamlarıma kerametvârî bir cevap olmuştu. İçim tarifsiz bir heyecana kapılmış, hissiyatımda coşkun dalgalar husule gelmişti.

Üstad daha sonra bizlere müteveccihen, “Risale-i Nur, yalnız cüz’i bir tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor…” gibi mektuplardan okuttu. Sonra Üstad kalktı ve bir nazar-ı tebessümle başımı okşayıp dua ederek taltif buyurdu. Selam vererek yanımızdan odasına doğru uzaklaşırken, maddî-mânevî varlığımı da peşinden sürüklüyordu.

Hüsnü Bayram, Mehmed Kırkıncı, Gültekin Sarıgül, Nevzat Tarhan, Ertuğrul Öztürk 

2007 ERZURUM

 

Şarkta iki yıldız: Nusred Kocabay, Mehmed Kırkıncı 

2006 ERZURUM

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )