Nurdan Haber

İftiracı vatan hainine belgelerle cevaplar

İftiracı vatan hainine belgelerle cevaplar
02 Mart 2018 - 9:51

Son zamanlarda ve özellikle de 15 Temmuz İhanet Darbesi sonrası, bazı vatan hainleri ve Kemalistler, Bediüzzaman’a saldırmaya başladılar. Binlerce dolar vererek akademik ünvanlar satın aldığı iddia edilen sahte bir şeyhin vatan haini olan bir müridi, tıpkı 1923-1986 arası din düşmanları, Kemalistler, Laikliği Laisizm olarak anlayanlar ve Kafa Tasçılar gibi, Bediüzzaman’ı vatan hâinliği ile suçlamaya çalışmış. Ona cevap vermek için değil, bu vatanın gerçek sahiplerine hakkı anlatmak ve hatta tekrarlamak için bazı hususları gündeme tekrar getirmek ihtiyacı duyduk. Güneş balçıkla sıvanmaz; ama bazan bir saman çöpü güneşi inkâra kadar götürebilir.

 

  1. TARİH BOYU, VATAN HAİNİ KÜÇÜKLER, BÜYÜK ZATLARA HÜCUM ETMİŞLER VE ONLARI HAİNLİKLE SUÇLAMIŞLARDIR

Tarih bize gösteriyor ki, başta peygamberler ve on­ların gerçek mirasçıları olan din adamları olmak üzere, insanlık âlemi, büyük insanların kıymetlerini zamanında tam takdir edememişlerdir. Sonradan ise, bu takdir ede­memenin cezasını, hem muâsırı olan insanlar ve hem de onların nesilleri çekmişlerdir. Hemen hemen bütün pey­gamberler, bu hükmümüze müşahhas birer misal olarak verilebileceği gibi, İmam-ı A’zam ve Ahmed bin Hanbel gibi islam âlimleri de, bu acı hükmü teyid eden canlı mi­sallerdendir. Tesbitlerimize göre, asrında tam anlaşılamayan şahsiyetlerin bu asrımızdaki en güzel mi­sali de, bu yazımızın mevzuunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursi’dir. İslami ilimlerdeki dâhiyane vükûfu, hususan iman hakikatleri mevzuundaki asrın an­layışına uygun harika izahları ve seksen küsür yıllık istik­âmetle hak üzerinde devam eden Allah, din ve millet-i islamiye uğrundaki gayret ve mücâhedeleri bütün islam âleminde duyulduğu ve takdir edildiği halde, hâlâ kendi ülkesinde yanlış tanınan veya tanıtılmak istenen bir şahsiyet var; o da Bedîüzzaman. Bu yüz karası hale, Türk ilim adamlarının ve münevver Türk araştırmacılarının çok kısa bir zamanda son vermeleri gerekmektedir; aksi takdirde tarih, gözünü kapayıp gündüzü kendisine gece yapanları çok kötü yargılayacaktır.

Cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman’ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve bukalemun türünden aydınlar kullanılarak, Bedîüzzaman, Cumhuriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun mücadelesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görmeyen, câhil veya aydın her cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman, Said Nursi veya Risâle-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sonucu, kürtçü, bölücü, ge­rici ve devlet düşmanı bir insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir. İstihbârât teşkilâtımızın bu zat ve eserleri ile alakalı raporlarını; silahlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserle­rin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize dağıtılan bö­lücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve de bunların tesi­rinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütâla’a ederseniz, Bedîüzzaman’ı sevmemeyi bir ibâdet ve millî vazife telakki edersiniz. Gerçekten ben de mezkûr yerlerde anlatılan Bedîüzzaman’ı asla seve­mem. Hâlbuki nasıl senelerce, dünyaya adâlet tevzi eden ecdadımızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de İslam düşmanları, şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bedîüzzaman ve eserlerini de öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı hakikatını unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son on yıldan önceye kadar güvenlik kuvvetle­rimiz de bu menfî propagandanın tesiri altında kalmıştır. Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dâhiyi, bir vatan hâini gibi değerlendirmişlerdir.

Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan birisi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idr­âklerinize havale ediyorum. Ne zaman Bedîüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz, ister Türk olan, is­ter Arap olun ve isterse de Osmanlı Hânedânından olun, kürtçü damgasını yersiniz. Hâlbuki dünyada Kürtçülük ve Risâle-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye’deki bölücü kürtçü hâdiselere karşı, Risâle-i Nur’dan daha mükemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:

Birincisi: Bir kısım araştırmacılar, Bedîüzzaman’ın Cumhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî ünvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt dev­leti kurmak gayesiyle 1918’de tesis edilen Kürt Te’âli Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bu­lunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştığını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti kurucuları arasında Bedîüzzaman’ın da bulunmasını, fevkalade bir demagoji ile serrişte ediyorlar (Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyâsî Partiler, İstanbul, 1986, c. II, sh. 186 vd.). Bu iddiaları hiçbir esasa dayan­madığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koya­caktır.

Evvela, Osmanlı devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple müslüman olmak şartıyla, millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa, ehemmiyet arzetmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyâleti yahut Bilâd-ı Ekrâd denil­mesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zatın tanınması için kul­lanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zamanki Cumhuriyet kurulup bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, bizzat Bedîüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya bilâd-ı ekrâd ifadelerini dahi vilâyât-ı şarkıyye şeklinde değiştirdiğini neşredilen eserleri ve talebelerinin şahâdetleri isbat etmektedir.

Sâniyen, Kürt Te’âli Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti arasında organik bir bağ yoktur ve maksadları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin ku­ruluşunu 1919’da demişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetmemiştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalala edenler, Bedîüzzaman’ı Kürt Te’âli Cemiyeti üyesi zannederler. Hâlbuki ikisi arasında hiç bir alaka yoktur. Bedîüzzaman, İstanbul’a ilk defa geldiği 1907’lerden beri, şarkta bir dar’ülfünûn açılmasını müd­âfa’a ettiği zaten bilinmektedir. Hatta Sultan Reşad’dan bu gaye ile belli bir tahsisat da almıştır. Her ne kadar Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyetinin ne zaman, hangi gaye­lerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bedîüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur. Zira Bedîüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üniversite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gibidir.

Sâlisen, Kürt Teâli Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdülkadir’den gelen teklife verdiği şu cevap ise mese­leyi kökünden halletmektedir: “Allah u Zülcelâl Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de “Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever bu­yurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahî karşısında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i islamın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zamanki islam âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi (bir kısım kürtçü) kimsenin peşinden git­mem” (Mülâkât, sh.38).

İkincisi: Bedîüzzaman’la alakalı yanlış tesbit ve yo­rumlardan biri de, onun Şeyh Said ile karıştırılması veya en azından Şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maalesef gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tesbit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, va­tanperver ilim adamlarının zihinlerine de yer etmuş du­rumdadır. Şeyh Said’in Bedîüzzaman gibi bir dâhiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasden yanlış ak­settirilmiştir. Buyurun, Şeyh Said’e olan cevabını bera­ber okuyalım: “Türk Milleti, asırlardan beri islamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çe­kilmez. Biz müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer’an câiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’an ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşâd etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akîm kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir”( Şahiner, 268 vd.)

 

1Tarihçe-i Hayat, sh. 147-148.
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz
Yarın:  BEDÎÜZZAMAN’IN HANGİ SIFATLARI VE HİZMETLERİ VATAN HAİNLİĞİDİR? TC “II. BEDÎÜZZAMAN, BÜYÜK BİR İSLAM ÂLİMİ VE ASRIN MÜCEDDİDİDİR” 
Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )