Nurdanhaber – Haber Merkezi
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَ تَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ۞ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ۞ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَعْدٌ وَ بَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فٖٓى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِالْكَافِرٖينَ ۞ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ
Bu uzun âyetle mâkabli arasında ve cümleleri arasında ve cümlelerinin keyfiyetlerinde bulunan cihet-i irtibat, intizam:
Evet Kur’an-ı Kerim evvela münafıkların hallerini; sâniyen, cinayetlerini sarahaten kaydettiği gibi, muamelelerinin kötülüğünü akla kabul ettirdikten sonra hayale, vehme, hisse de gösterip, onlara da kabul ettirilmesini bu temsil ile temin etmiştir.
Evet aklî şeylerden fazla; temsiller ile hayalî şeyleri kabule, hayal daha yakındır.
Ve keza akla muhalif olan ve hem gayr-ı me’luf bulunan bir şeyin me’nus bir şekilde gösterilmesiyle çabuk kabul eder.
Ve keza gaib bir şeyi hazır göstermekle akıl ile his arasında mutabakat hasıl olur. His de kabul eder.
Hülâsa: Münafıkların kötülüğü, şu temsil ile akla tasdik ettirildiği gibi hayale, vehme, hisse de kabul ettirilmesi temin edilmiştir.
Ve eyzan münafıkların ayrı ayrı cinayetleri ve muhtelif sıfatları arasında hakiki bir irtibatın bulunması şu temsil ile gösterilmiştir.
Ve eyzan münafıkların muamelesini hayalin gözü önüne şu temsil ile getirmekten maksat, lisanın söyleyemediği ince cihetleri bizzat hayal baksın, görsün, alsın ki bir itirazı kalmasın.
Sonra bu temsilin cümlelerinin meali, heyet-i mecmuasıyla münafıkların hikâyelerinin mealine muvafık geldiği gibi, ayrı ayrı da hikâyelerinin cümlelerine uygun gelir.
Evet münafıkların hikâyesi böyledir:
Zahiren imana gelmişlerdir, sonra kalben küfür ve inkâr etmişlerdir. Sonra hayret ve tereddüt içinde kalmışlardır. Sonra hakkı talep etmemişlerdir. Sonra o dalaletten rücûa kādir olmamışlardır ki hakkı arasınlar.
(İşârât’ül-İ’câz fî Mezann’il-İcâz Sh: 122 -123) (Y)