Cennet-i Kur’aniyenin semeratından bir semerenin ihtiva ettiği
Habbe
حَبَّه مٖى گُويَدْ
مَنْ شَاخِ دِرَخْتَمْ پُرْ اَزْ مَيْوَۀِ تَوْحٖيدْ يَكْ شَبْنَمَمْ اَزْ يَمْ پُرْ اَزْ لُؤْلُؤِ تَمْجٖيدْ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى دٖينِ الْاِسْلَامِ وَ كَمَالِ الْاٖيمَانِ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى مُحَمَّدٍ الَّذٖى هُوَ مَرْكَزُ دَائِرَةِ الْاِسْلَامِ وَ مَنْبَعُ اَنْوَارِ الْاٖيمَانِ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ مَا دَامَ الْمَلَوَانِ وَمَا دَارَ الْقَمَرَانِ
Hülâsa: Kur’an’ın âyetleriyle ebna-yı beşer için büyük kıyametin geleceğine kat’î delâletler olduğu gibi kitab-ı âlemin âyât-ı tekviniyesiyle de kıyamet-i kübraya pek kat’î delâletler ve işaretler vardır.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’an-ı Kerîm okunurken istimaında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin:
1- Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev-i beşere hitaben Kur’an’ın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatını kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübareğinden çıkar gibi dinlemiş olursun.
2- Veya Cebrail (as) Hazret-i Muhammed’e (asm) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.
3- Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelî’nin Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Senin şuur ve ilminin sana taalluku, ahval ve levazımat-ı ihtiyacatın nisbetindedir. Çünkü sebep ile müsebbeb, kuvvet ile amel arasında münasebet lâzımdır. Fazla-noksan olmamalıdır. Senin sana olan şuur ve ilminin nisbeti, Hâlık’ın sana olan nazar ve ilmine nisbetle bir kıl gibidir.
Binaenaleyh pek cüz’î olan ilim ve şuurunla, Şems-i Ezelî’nin ilim ve nazarına mukabele etmekle gündüz ortasında, güneşin altında, güneşin ziyasıyla mübarezeye çıkan ateş böceği gibi olma!
İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenab-ı Hakk’ın ef’ali birbirine münasip, âsârı birbirine müşabih, esması birbirine âyine ve ma’kes, sıfatı birbirine mütedâhil, şuunatı memzuç ise de her birisi için hususi bir tavır, bir hal vardır ki maksud-u bizzat o hususi tavırdır. Sair tavırlar ise tebeîdirler.
Binaenaleyh mesela, Hâlık’ın âsârından cemadata baktığın zaman azamet ve kudreti, kasdına hedef yap. Başka isimlerin tecelliyatını teb’an düşün. Hayvanata bakarken merhamet kasdıyla bak. Sair tecelliyata tebeî bir nazar ile bak.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Kur’an-ı Kerîm bütün insanlara rahmettir. Çünkü her bir insanın şu hakiki âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi herkes kendi meşrebine göre Kur’an’dan fehim ve iktibas ettiği, hâfızasında kendisine has bir Kur’an vardır ki onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder.
Ve keza Kur’an-ı Kerîm’in bir meziyeti şudur ki: Bütün ulema ve ehl-i meşrep gibi herkes hidayeti için, şifası için müteaddid surelerden ayrı ayrı âyetleri ahzedebilir. Çünkü bir âyetin sair âyât-ı Kur’aniye ile pek ince münasebetleri, ittisal cihetleri vardır. Aralarında vahşet yoktur. Bu itibar ile müteaddid surelerden alınan âyetler küçük bir Kur’an hükmünde olur.
İ’lem eyyühe’l-aziz! لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ cümle-i mukaddesesi, insanın zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letaifi pek çok elem ve emellere maruzdur. Maahâzâ havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh bu cümle, teselli-bahş olup şümulü dâhilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Mesela:
1- لَا حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ اِلَّا بِاللّٰهِ Ademden çıkıp vücuda gelmek.
2- لَا حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْبَقَاءِ اِلَّا بِاللّٰهِ Zevale gitmeyip bekada kalmak.
3- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ اِلَّا بِاللّٰهِ Mazarratı def’, menfaati celb.
4- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ اِلَّا بِاللّٰهِ Musibetten uzak olup matluba nâil olmak.
5- لَا حَوْلَ عَنِ الْمَعَاصٖى وَ لَا قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ اِلَّا بِاللّٰهِ Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek.
6- لَا حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ اِلَّا بِاللّٰهِ Azaba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak.
7- لَا حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَ لَا قُوَّةَ عَلَى النُّورِ اِلَّا بِاللّٰهِ Zulmete düşmemek, nur ile tenevvür etmek.
Ve hâkeza her bir makamda insanın letaifine göre takyid ve tefsir edilebilir.
***
Kaynak: Risale-i Nur