Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı GÖKSU
Babalar çocuklarını bir dünya gibi severler. Yemezler yediriler. İçmezler içirirler. Maddi ve manevi ihtiyaçları için çırpınırlar. Gündüzlerini gecelerini çocukları için feda ederler. Babalar şefkat konusunda annelere yetişemeseler de sonuçta evlatları için bir elmanın iki yarısı gibidirler.
Dolayısı ile bir evlat babasına karşı –haksız da olsa– itiraz edemez, ona saygı ve hürmet ile vazifelidir.
Baba ve anne çocuğun hizmetkarıdır. Çocuklarına hizmet etmekle yükümlüdür. Çocuklar geçici olarak anne babalarının bakımına verilmiştir. Anne babalarının o hizmetlerine karşılık peşin bir ücret olarak, lezzetli bir şefkat verilmiştir.
Gerek baba gerek anne çocuğunu bütün dünya gibi severler.
Ve madem Kur’ân-ı Hakîm,
Rabbin, «Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin» diye hükmetdi.
Eğer onlardan biri veya her. ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse onlara «Öf» (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle.
Onlara acıyarak tevaazu kanadını (yerlere kadar) indir ve: «Yârab, Onlar beni çocukken nasıl terbiye etdilerse Sen de kendilerini (öylece) esirge» de. İSRA Suresi 23. ve 24. ayet meali
ayetleriyle, beş yönle gayet mucizeli bir şekilde ihtiyar baba ve anneye karşı hürmete ve şefkate evlâtları davet ediyor. Ve madem İslâmiyet dini de, ihtiyarlara hürmet ve merhameti emrediyor. Dolayısı ile başta baba ve anneler derecesine göre akrabalar ve hürmete layık bizden yaşlı olan insanlara da hürmeti emrediyor.
İnsanlar babasını saadet yerinde-cennette ve ruhlar âleminde dahi babalık münasebetiyle sever.
İnsanlarda zayıflık ve acizlik olduğu için daima bir nevi çocukluk vardır. Her vakit de anne babalarının şefkatine muhtaçtır. Küçük bir çocuğun, eli yetişemediği bir şeyi baba ve annesinden istediği gibi, kul da eli yetişmediği maddi ve manevi ihtiyaçlarını, acizlik ve fakirliği ile Rabbine sığınarak yaratıcısından ister.
“Yanında anne ve babası ihtiyarlamalarına rağmen, onları razı etmediğinden dolayı Cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün.”(Müsned: 7139)
Tıpkı yukarıdaki hadiste olduğu gibi, ifade muhatabına aittir. Yani anne ve babasına hürmet etmeyen her insan bu ifadenin kapsamına giriyor demektir.
Anne hukuku, baba hukukundan daha üstündür. Zira çocuğun en sadık ve tahammüllü bakıcısı annesidir. Babaanneye nispetle biraz daha geride kalıyor. Annedeki şefkat madeni babadan daha ziyade olduğu için, anne çocuğuna karşı daha bir düşkün oluyor. Bu yüzden anne babadan önce gelir.
Bediüzzaman şefkat kahramanı annelerin ve gerekirse çocukları için ruhunu feda eden babaların yaklaşımını bir örnekle izah ediyor.
Hem benim hakkımda musibet ve fena haberleri aldığı vakit, merhum babam Mirza gibi olsun, merhume annem Nuriye gibi olmasın. Çünkü eski zamanda, gürültülü hayatımda hakkımda acaip haberler baba ve anneme veriliyordu. “Sizin oğlunuz öldü veya vuruldu veya hapse girdi” gibi fena haberleri babam işittikçe, keyifleniyordu, gülüyordu. Derdi: “Mâşaallah! Oğlum, yine bir ehemmiyetli iş, bir kahramanlık göstermiştir ki, herkes ondan bahsediyor.” Annem ise, onun sevincine karşı şiddetle ağlıyordu. Sonra zaman, babamın haklı olduğunu çok defa gösteriyordu.
“Madem baba kimseyi değil, yalnız evladının kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil, çocuk dahi babasına karşı hak dâvâ edemez.” Nasıl evladın babasına karşı mesuliyeti varsa, babanın da evlada karşı mesuliyeti vardır. Baba evladına, muhtaç olduğu zamanda bakmak ve onun ihtiyaçlarını temin etmekle mükelleftir. Şayet baba evladına, muhtaç iken bakmaz ise o da günaha girmiş olur, bunun hesabını Allah’a karşı verir. Evladın babasına; sen bana bakmadın, ben de seni tanımıyorum demesi caiz olmaz.
“Baba ne kadar haksız da olsa, oğul, onun rızasını tahsil etmeye mecburdur. Oğul da ne kadar serkeş-asi, kafa tutan da olsa, baba, fıtri şefkatini ona karşı esirgemez ve esirgememeli.”
“Demek babasına isyan eden ve onu inciten, insan bozması bir canavardır.”
Bir yanlış, başka bir yanlış ile düzelmez; yanlış, ancak doğru ve sabır ile düzelir.