Nurdan Haber

Kürt Sorunu Üstadın Tavsiye Ettiği Eyalet Sistemi İle Çözülür – 3. Bölüm

Kürt Sorunu Üstadın Tavsiye Ettiği Eyalet Sistemi İle Çözülür – 3. Bölüm
Abdurrahman İraz( iraz@nurdanhaber.com )
04 Ocak 2021 - 6:02

III. BÖLÜM:

 

KÜRT SORUNU ÜSTADIN TAVSİYE ETTİĞİ EYALET SİSTEMİ İLE ÇÖZÜLÜR

 

Belki siz kabul etmezsiniz ama biz öyle biliyoruz. Güneydoğuda yaşayan bir aşiret reisi olarak ve aynı zamanda araştırmacı bir Nur Talebesi olarak, yıllardır çözümü bir yılan hikayesine dönen Doğu ve Güneydoğu sorununu siz olsanız nasıl çözersiniz bunu çözecek bir reçeteniz var mı?

 

Bence en güzel reçeteyi Üstad yazmıştır. Daha yüz sene önce bu meseleyi çözmüştür. Van’da kuracağı üniversitede üç lisanla eğitim yapılmasını istemiş. Şimdi öyle diyorlar “biz önceleri bu meseleyi küçük göstermeye çalıştık ama meğerse yanlış yapmışız.” Şimdi şunu kabul etmemiz lazım bu yörede Mardin, Hakkari vs. dahil hepsinde Kürt dediğimiz Müslüman vatandaşlarımız yaşıyor. Kimse artık bunu inkar edemiyor/edemez. Türkiye’de, İran’da, Suriye’de, Azebaycan’da, Irak’ta artık kabul ediliyor ve kabul edilecek ki, bu millet vardır. Allah var etmiş. Hatta bunlar için yani lisanların değişikliği ve milletlerin değişikliği “elsinetikum ve elvanikum” yani, “benim ayetlerimdir” diyor. Onun için bunu kabullenmek lazım, Osmanlılar bunu kabullenmiş, Osmanlılar her zaman rahatlıkla Kürdistan Eyaleti demiş, özellikle Sultan Abdulhamid’in bir çok paşaları Kürtlerdendir.

 

Cumhuriyet bana göre yanlış bir temel üzerine bina etti, “sadece Türk vardır” dedi. Veya öyle görmeye çalıştı ama aslı öyle değil, Araplar da var Kürtler de var, Çerkezler de var. Bununla da yetinmediler, sürekli tahrik ettiler, “Kürtler yoktur” dediler, küçük gördüler, aşağıladılar, okullarda tarih kitaplarında hep inkar ettiler. Şu anki hükümet sanırım iyi bir şeyler düşünüyor. Yani, bu milletin varlığını kabul ederek, onun dilini de kabul ederek, kendi dilinde bazı şeylerin yapılmasına müsaade edilmesi iyi bir gelişmedir. Ama bu yapılanlar ve yapılacaklar ayrıştırmamalı, ayrılma olursa hakikatte her iki millete de zarardır. Her iki millet de büyümez küçülür. Fayda sağlamaz.

 

O nedenle Üstadın dediği gibi “Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti, mecmuumuz iyi bir insan oluruz.” Üstad daha Osmanlı zamanında 1908’de yazdığı eserlerinde Asar-ı Bediiye’de geçen makalelerinde mütemadiyen bu fikri empoze ediyor. Hatta bir ara Sultan Abdulhamid’in yeğeni olan Prens Sabahaddin, “Adem-i Merkeziyet” fikrini ortaya atınca Üstad şiddetle karşı çıktı ve “hayır bu yanlıştır, Abbasiler gibi olur, ayrı ayrı hükümetler şekline dönüşür” diyor. Ama eyalet şeklinde olursa daha iyi olur. Çünkü, eyalet şeklinde kendi iç işlerinde serbest ama dışa karşı bir olmak daha uygun olacaktır.

 

Bundan on sene kadar önce beni bir panele konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Bu meseleyi konuştum orada anlattım. İkinci gün Alpaslan Türkeş şiddetle karşı çıktı. “Bazıları diyor ki, eyalet falan” hemen cevap vermişti.

 

Ben de diyorum ki, bu Allah’ın takdir ettiği bir durumdur. Hem bütün dünya kabul ediyor burası neden kabul etmesin. Yani bu hususta Üstadın işaret etmiş olduğu eyalet sistemi en uygun sistemdir. Adem-i merkeziyet değil merkeze bağlı bir hükümet olarak.

 

Tabi şimdi şu anda buna geçilmesi mümkün değil anayasamız buna müsait değil, ama ona doğru gidilecektir. O zaman iş rahat olur, kolaylaşır. Ben burada lisanımı serbestçe konuşabilmeliyim, Çerkez varsa o da lisanını konuşabilmeli, Arapça kendi dilini konuşmalı fakat bunlar aynı zamanda birbirlerini de sevmeli. Yani evvela din kardeşliği esas olmalı. Üstad birçok yerde bu hususa parmak basarak söylüyor. Üstüne basa basa söylüyor. “Ben dindar bir Türkü, 100 Rafızi Kürde tercih ederim” diyor. Demek din noktasında düşünüyor. Ben de diyorum ki, Üstad Hazretleri bu sözü niye söylüyor? Bana göre şunu söylüyor diyor ki, “Ey Türk kardeş sen de deki ‘ben bir Müslüman Kürdü 100 Rafızi Türke tercih ederim’ de” diyor. Sen de böyle demelisin ki, beraber olalım. Fakat inşallah Risale-i Nur bunu temin ediyor/edecektir.

 

 

BEDİÜZZAMAN’IN IRKÇILIĞI ÖLDÜREN TEKLİFİ

 

Üstad’ın en büyük arzusu ve projesi olan Medresetü-z Zehra Üniversitesinin akdemisyenlerce hayata geçirilmesi için ne yapmak gerekir? Sizin bu konuda bir tavsiyeniz var mı?

 

Ümidimiz var, arzumuz var, duamız var. Tavsiye etmekle olmuyor. Bu iş zaten bu ülkeyi yönetenlerin elindedir. Onların istemesine bağlıdır. Fakat Üstadın bu mesele üzerinde durmasının en önemli nedeni bu ülkede ırkçılığın gelişmemesidir. Zaten kurulacak üniversitenin eğitim dili olarak bu üç dili önermesi de bu nedendendir. Şayet böyle bir üniversite olsa ırkçılık ölür. O zaman herkes birbirini din kardeşi olarak sever. Ve birbirini görür, birbirini anlar. Bu olursa yani Üstadın dediği bir üniversite orada kurulsa ve üniversite de Arapça, Türkçe ve Kürtçe eğitim lisanı olsa.. Diyeceksiniz ki, Kürtçe de bir lisan mıdır? Evet lisandır. Bu lisan konuşuluyor. Bu yörede heryerde konuşuluyor hatta bugün İran’da mekteplerde bile konuşuluyor, eğitim bazı illerinde Kürtçe yapılıyor.

 

Buna öncelikle akademisyenler inanmalı, devlet idarecileri inanmalı ve en önemlisi bu işin alt yapısının hazır edilmesi lazımdır. Bugün bir takım ırkçı partilerin bu işe tahammülü yoktur. Biri çıkıp dese ki, “bu meseleyi çözelim” diğeri buna hemen cevap veriyor “böyle bir şey yapmak ihanettir.” Yahu bunun neresi ihanettir. Yani demek istediğim henüz beyinlerde bu iş hallolmamış birinin ak dediğine diğeri kara diyor. O nedenle diyorum ki, bu yapılmalı ama zemin, hal henüz buna müsait değil. Acele etmemek lazım.

 

RİSALE-İ NUR TALEBELERİ MERKEZDİR

 

İslam Birliğine giden yolda, bizim döşememiz gereken taşlar nelerdir? Yani biz derken bütün bir milleti kastediyorum. Bizim yapmamız gereken şeyler nedir sizce?

 

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Nur Talebeleri kendi aralarında bu ahengi sağlamalıdırlar. Mesela Üstad hazretleri “tarafgirlikten sakının” diyor. Birisi dese ki, “yok biz ille de şu partiye oy vereceğiz”. İşte ihtilaf burada başlıyor. Hatta ondan önce aileden başlamalı. Yani, evvela oğul ile baba arasında bu ahenk olmalı, sonra komşular arasında olmalı sevgi ve muhabbet olmalı, din muhabbeti olmalı, yani gerçekten neyin etrafında birleşilecekse orada birlik olunmalı.

 

Diğer, particilikmiş, siyasetmiş gibi şeyler gelip geçici şeylerdir. Bugün var yarın yokturlar. Onun için İttihad-ı İslam’ın temel taşları Üstadın Uhuvvet Risalesi’nde ortaya koyduğu hakikatlerdir. Biribirine karşı samimi bir muhabbet, samimi bir cazibe, samimi bir uhuvvet içinde olmalıyız, bunu samimi olarak sağlamalıyız. Sadece konuşarak değil, konuşarak olmaz. Bir söz var “sen orada ben burada böyle dostluk olur mu?” diye konuşmaya gelince herkes en güzelini konuşuyor, ama iş yapmaya, uygulamaya gelince kimse yanaşmıyor.

 

Ben diyorum ki, bu konuda Risale-i Nur talebeleri merkezdir. Evvela merkez sağlam durmalı, kendi aralarındaki basit küçük fikir ayrılıklarını bir kenara bırakıp Risale-i Nurun etrafında birleşmeliyiz ta ki herkes bizden ders, alsın ibret alsın. Ve onlar da uygulasınlar. Zaten Üstadın bütün himmeti ve gayreti bunun tahakkuku içindir. Bütün söyledikleri İhlas Risalesi, Hücumat-ı Sitte risalesi bu temel üzerine bina edilmiştir. Bence İttihad-ı İslamın temeli buradan geçer.

 

DERSLERE SIRTIMIZI ÇEVİRDİK PARÇALANDIK

 

Madem ki, Üstadın bütün tahşidatı ihlas, uhuvvet, tesanüd üzerineydi peki hangi derslere binaen biz bunun tam tersini gerçekleştirmeye muvaffak olduk?

 

Bence biz bunu Üstadın hiçbir dersine ittiba ederek yapmadık. Aksine o dediğin derslere sırtımızı çevirerek hareket ettiğimiz için bu duruma düştük. Dedim ya basit bir siyaset bizi paramparça etmeye yetiyor. Ne ehemmiyeti var siyasetin, esas olan din uhuvvetidir, iman uhuvvetidir. Bütün bu esasları nazara almayıp falan partide birleşmedik diye ayrılmak doğru değil, yanlış bir uygulamadır. Üstadın o derslerini dinlememektir. Başka da izahı yoktur.

 

EN BÜYÜK HAYALİM NURCULARIN YEK VÜCUT OLMASIDIR

 

En büyük hayaliniz nedir diye sorsam ne dersiniz?

 

En büyük hayalim Üstadın hayatta olduğu gibi Nur Talebelerinin yek vücut halinde olmasıdır. Onun eserlerindeki hakikatleri yaşamaları, birbirilerini sevmeli ve din muhabbeti ile birbirine sarılmalı, kucaklamalarıdır. O gerçekleşirse inanıyorum ki, her hayalimiz gerçek olur. Bazen diyorum ki, bugün Türkiye de en az on milyon Risale-i Nur okuyucusu var. Bu önemli bir rakamdır. Bunların bir araya gelmesi çok mühim bir merkez oluşturur. Bunlar hakiki anlamda ittifak etseler. Mesela, İhlas Risalesi’nde 16 fedakar arkadaşın tarihte birlik halinde neler yaptığı misal olarak veriliyor. Şimdi düşünün bu on milyon insan bu şekilde bir ittifak içinde olsa, Türkiye’de ve dünyada neler yapılmaz, her şey yapılır.

 

Benim belki ömrüm yetmez ama şunu kesinlikle ifade etmeliyim ki, bu hakikat bir gün gerçekleşecek ittifak olacak ve İslam’ın hakikatı aleme hükmedecek. Ömrüm ilerlemiş belki göremem ama evlatlarımız bunu görecek, bir gün bütün Müslümanlar bir ve beraber olacak ve İttihad-ı İslam gerçekleşecek.

 

 

RİSALE-İ NUR BİR YAYINEVİNDE BASILMALI, ÖZEL ÇALIŞMALAR AYRI OLMALI

 

Allah size hayırlı ömürler versin İnşallah siz de o bütün güzellikleri göreceksiniz. Bir şeyi itiraf edeyim; ben şöyle biliyorum, Abdülkadir abi Üstadın talebesidir. Ancak sizinle görüşmeye gelmeden iki üç gün önce Abdülkadir abiyle buluşacağımız kesinleşince gördüm ki, hedefleri olan, programları olan, günü rastgele yaşamayan, her dakikasını programlayarak yaşayan bir Abdülkadir abi ile karşılaştım. Bu kadar çok çalışmanıza rağmen hedefleyip de tamamlayamadığınız ve yarım kalmış bir hedefiniz var mı?

 

Estağfurullah bu iltifatlara layık değilim. Tabii Risale-i Nuru okumuş ve kendi kabiliyetine göre bir derece anlamış bir insanın elbette çok gayeleri ve çok hedefleri olabilir. O nedenle benim de çok gayelerim ve çok hedeflerim var. Bu gaye ve hedeflerin bir kısmı haliyle maddi imkanlara gelip dayanıyor. Ben evlenmeden önce bir miktar maddi imkanlarım vardı onların hepsini bir şekilde dağıttım, harcadım o nedenle maddi açıdan harcayacak bir imkanım kalmadı.

 

Ama beni aşan bazı hedeflerimi şöyle ifade edebilirim. Ben istiyorum ki, Risale-i Nur bir tek yerde basılsın tek elden dağıtımı yapılsın. Ve bu yayınevi de Üstad zamanında nasıl basılmış ise o şekilde hiç değiştirmeden bassın ve dağıtsın. Diğer yorumlar vs. özel olsun Risale-i Nurun içine girmeden ayrı kitaplar şeklinde basılsın.

 

Zübeyir abinin bana bu konuda bir tavsiyesi var önce onu ifade etmek istiyorum. 1969 da Şam’a giderken Mesneviyi de götürmüştük, tab edecektik. Dedim ki, “içinde bazı Türkçe kelimeler geçiyor, santral, eczane gibi bunları Arapçaya dönüştürsek ne olur?” diye. Bunun üzerine bana çok müthiş bir mektup yazdı, o mektupta “Üstadımız Risale-i Nurun hiçbir kelimesinin hatta arkasında bulunan indeksin hiçbir kelimesinin değiştirilmesini kabul etmemiş ve razı değil. Hatta bir gün biri yaptı o lügatnameyi, o Risale-i Nura çok zarar verdi, bu bir nevi tahriftir” dedi. Onun için bu gibi çalışmalar Risale-i Nurdan ayrılmalı hususi olmalı.

 

Yani mesela birisi bir meseleyi detaylı bir şekilde açıklamak ve herkese de anlatmak istiyor. Bir konferans vermek istiyor, onu ayrı yapmalı Risale-i Nura bulaştırmadan yapmalı, Risale-i Nur Risale-i Nur gibi kalmalı o çalışma da ayrı bir yerde durmalı.

 

Hem basımı da tek bir yerde olmalı şimdi bir çok yayınevi basıyor. Birbiriyle rekabet haline girmişler, kimisi lügat koyuyor, kimisi ayet meali koyuyor, bütün bunlar ne içindir? Bence bütün bunlar Risale-i Nurun anlaşılması için değil daha çok satılması içindir. Daha çok satılsın taki daha çok para getirsin. Yani kusura bakılmasın bu nokta çok önemlidir. Bunun yapılması lazımdır.

 

Yani cemaatler farklı olabilir ama yayınevi bir tane olmalı diyorsunuz?

 

Evet demek istediğim o.

 

Bu noktada bir iki soru sormak aklımıza geliyor. Birincisi bu mektup sizde hala duruyor mu?

 

Evet bende duruyor isteyene gösterebilirim.

 

RİSALE-İ NUR’LA İLGİLİ LÜGAT AYRI OLMALI

 

Bir de bir lügatnameden bahsettiniz bu lügatname Kastamonu menşeli olan bir lügatname midir?

 

Evet o lügatnamedir. Üstad hazretleri o lügatnameden bahsediyor. Diyor “o yaptı” diye. Isparta’da bir zat (ismini söylemeyeyim bende kalsın) o lügatname eline geçince hemen Asay-ı Musa’nın arkasına koyuyor. Üstad bu meseleyi hususi olarak Zübeyir abiye anlatırken öyle diyor. “O çalışma Risale-i Nura çok zarar verdi” diyor. Yani, bunlar olmalı ama Abdullah Yeğin abinin lügatı gibi olmalı, Risale-i Nur’un dışında olmalı dağıtımı yapılırken her kitap için ayrı lügatlar yapılarak belki de sayfalar numaralandırılarak olabilir, hazırlanır beraber verilir. Ama bu ayrı olmalı içinde olmamalı.

 

Hem Üstad tercümevari mealleri Risale-i Nur’un içine koymamış, konursa yanlış bir iş yapılmış olur. O zaman Kur’an’ın tercümesi gibi olur bu yanlıştır. Buna Üstadın izni olmadığı halde içine konuyor. Adam çok merak ediyorsa gitsin bir lügat alsın biraz araştırsın, biraz zahmet çeksin.

 

Temennimiz bugün eserleri basan ondört yayınevi de o duruma döner. Hem niye ondört yayınevi bir eser için bu kadar yayınevine ne gerek var. Yani beşbin basacakken yirmibin basar. İhtiyacı gene karşılar.

 

ALTMIŞ YILA YAKLAŞAN KESİNTİSİZ HİZMETTEN BİR İKİ HATIRA

 

Bu kadar uzun hizmet hayatınızda en çok acı çektiğiniz hizmetlerle ilgili bir hatıranız var mı?

 

Evet bir takım acılar çektik. Mesela, Arabi Mesneviyi Şam’da bastırmıştık. Bastırdıktan sonra Türkiye’ye getirmek istiyoruz. Tabi o zaman değil toptan kitap getirmek bir tek kitap getirmek bile çok zordu. Biz nasıl yapalım diye düşünürken o arada bir ambara verdik. Şam’dan Haleb’e geldi. Oradan da Akçakale diye bir ilçe var sınırda oraya getirdik. Kitapları sınırdan geçireceğiz. O durumda param bitmişti, (ama getirdim hatta güzel bir radyom vardı onu şoföre rehin verdim.)

 

Buraya geldikten sonra “bu parayı nasıl bulalım nasıl ödeyelim” diye, hem ben Suriye’deyim o Türkiye’de öyle sıkıntılı bir haldeyken elimdeki bu levhanın sahibi Şeyh İbrahim Nakşibendi hazretleri nereden duymuşsa bir adam buraya kitap getirmiş ve bu kitapları Türkiye’ye götürecek diye. Bir baktım biri geldi dedi “seni Şeyh İbrahim arıyor.” O zaman orada hem imamdı hem müftü idi. Ben çok zor durumdaydım, çok sıkıntı çekiyordum. “Bu kitapları nasıl geçireceğiz?” diye çok düşünüyordum.

 

O sırada bu adam geldi buldu beni dedi ki, “siz Kürtçe bilir misiniz?” “Bilirim” dedim. Kendisi oranın Kürtlerinden aynı zamanda nakşi halifesi. Dedim “durumum bu benim, cebimde beş kuruş dahi kalmadı. Kitapları da Türkiye’ye götürmek için getirdim.” Dedi “hiç merak etme, ben şimdi bu kitapların epey bir kısmını sattırırım, senin ihtiyacın da böylece karşılanmış olur. Hakikaten dediği gibi oldu kitapların bir kısmını sattı Elhamdulillah hem otel parası çıktı hem de kamyon parası çıktı verdim.

 

Gerçekten orada çok büyük sıkıntı içindeydim. Cenab-ı Allah o zatı Hızır (AS) gibi yardımıma göndermişti. O dönemde oradan telefon edip Türkiye’den para istesem paranın hemen gelmesi mümkün değil böylece suhulet oldu, kolaylık oldu. Daha fazla sıkıntı çekmeden o işi öylece halletmiştik. O zatla irtibatımız hala devam ediyor, çok mübarek ve muhterem bir zattır.

 

RİSALE-İ NURLARIN İLK DEFA ARAP DÜNYASINA GİRMESİ

 

Peki biraz önce sorduğum sorunun aksini sorayım, en çok mutlu olduğunuz bir hatıranız var mı?

 

1969 yılında Tahiri abi ile Şam’da beraberiz. Mesnevi-i Nuriye’yi beraber basmak için oradayız. Tahiri abi aynı zamanda oradan hacca gidecek, vize de almış, onu uçağa bindirip gönderdik. O esnada Sungur abi de geldi. O da hacca gitmek istiyordu. Ama ısrarla gitmek istiyordu. Benle onun vizemiz yok. Dedi ki, gitmişken Mesneviden de beş yüz veya bin adet götürelim, Salih Özcan istiyor.

 

Suriye’de çok uğraştık ama vize alamadık. Oradaki bazı kişiler dediler ki, “Umman’da, yani Ürdün’de bu işler daha kolay.” Onun üzerine bir taksi tuttuk ve arkasına beşyüz adet Mesnevi de koyduk, götürdük bir otele indik. Müracaatımızı yapmak için bir çok yere gittik ama mümkün değil dediler “Türkiye’den almalısınız.” Öyle üzüntülü beklerken o esnada otelin sahibi durumumuzu öğrenince dedi ki, “merak etmeyin sizin bu işinizi hallederim.” “Nasıl halledersin” dedik. Dedi “Konsoloslukta bir dostum var onunla hallederim.” Sungur abi çok heyecanlı, çok telaş ediyor. Hac mevsimine de çok az zaman 10-15 gün gibi bir zaman kalmış.

 

Hakikaten söz verdiği gibi bu zat vizemizi aldı. Gittik kitaplarla beraber uçağa bindik, götürdük. Öyle sıkıntılı bir halden birdenbire önümüzün açılması ve kolaylıkla gitmemiz bizi çok sevindirmişti, çok mutlu olmuştuk. Kitapları götürdük Salih Özcan’a verdik o da hepsini sattı ve Elhamdulillah ilk defa Risale-i Nurlar böylece Arap dünyasına girmiş. Yani Arapların ilk tanıştığı eser böylece Mesnevi-i Nuriye oldu. Bu güzel hizmeti hiç unutamıyorum.

(Devam edecek)

Müjde Bediüzzaman’ın Talebeleri Urfa’ya Gelmiş! – 01. Bölüm

Risale-i Nur’a Tenkit Geldiğinde Çok İnciniyordum – 2. Bölüm


Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )