Sezai Karakoç’u Diğer Şairlerden Ayıran Nüans – 3
Bir kara şemsiye geçmiştir romancımızın başına ondan kurtulamaz, onun yüzünden hayatının hazzını yitirmiştir, her şey ona karanlıkta bir biçim gelir..
Her şiir bu uçsuz bucaksız komanın bir ara bölümüdür, konuşan panoramik romancı onları birleştirir. Bütün neşeli kavramlar şairin elinde hüzün penceresi olarak açılır kanarlıklara
Kanarya, dünyamızı güzelleştiren kuş, ne hale gelmiştir burada
Kanarya
Sevgiden kireç tutmuşum
Yarım tozlu pencerem
Haber bağbozumundan
Bir beygir ve bir kanarya
Otobüs durağında
Deniz kıyılarında
Her çocuğa her insana
Bir beygir ve bir kanarya
Şiirde kanarya inceliği yok. Çünkü karanlıkta kanaryanın da rengi değişmiştir.
Sezai Karakoç dehalar gibi bir erken inkişaftan bahseder. Bazan olaylar çocuklararı erken düşünmeye erken erginleşmeye yiterler ki Karakoç gibi. Çatı şiirinde Karakoç ben olgusuna felsefenin çıkmazı, kelamın çukuruna farklı yaklaşır.
Ben erginliği çocukluğumda yaşadım
Necip Fazıl Ben ve Benderi şiirlerinde kelami, metafizik
felsefi bir içerikle insanın beni ile evren ve Allah ilişkilerini kurcalar. Necip Fazıl varlık ötesinin önünde, cama vuran bir böcek gibi hallaç gibi, Nesimi gibi öteyi irdeler, bir şeyler bulur, başını Cellada değil prangalara bir süre teslim eder. Karakoç camın ön yüzüne değil arka yüzüne vurur, imgeler onu sinek gibi değil koç gibi cama vurdurur ne cam kırılır, ne de şairin ömrü.
Onun empatileri güçlüdür, kırık döküklerin, ümitsizlerin, yarı yolda da beleyenleri onun beni temsil eder,
Çatı
Kaç aç varsa hepsi ben.
Kaç hasta varsa hepsi ben
Kaç liman önlerinde dönen
İşsiz hamal hepsi ben
Kaç aşktan ters yüz edilmiş
Aşkı varsa hepsi ben
Bütün çiçeklerle donanıp
Bütün insanlarla ölen 1961
Av edebiyatı şiiri romanlardaki kötü adama benzeyen bir avcıyı anlatır. Halk şiirindeki avcıyı akılan ağıtları anlatır. Avcı tabiatın en harika süsü olan kuşlara dadanmış bir kötü canlıdır. Romandaki Avcı ise çok yönlü görev üstlenmiş hürriyet, hamiyet, haysiyet avlayan bir avcıdır. Güzelliklerden rahatsız olan avcıdır. Yeşil Koro halkı temsil eder avcıya ağıt yakarlar.
Yeşil Koro
Avcı tüfeğini yöneltmiş avcı vurma bu kuşu
Bu rengi bozma bu düzeni değiştirme
Bu altın tüyler kan görmesin
Seni evde beklerken çocuklar
Beklerken çocuklar
Onun yuvasında bekleyen yavruları var
Tüfeğini yere çevir
Bu ölüme ancak yer dayanır
Bu ölümü ancak yer kabul eder
Bu ses göklere uygun ve ayarlı
Üstünde kuş uçmayan ağaçları düşün
Tehlikeli Koro bu şiir içinde yer alır, kötü adamın sesidir, bütün bir medeniyet tarihini özetleyen imgesel simgesel bir bakıştır, kütü adamlar adına konuşur şair romancı.
Tehlikeli Koro
Av yaşamaktır balık av olmak için çıkar su yüzüne
Avlanmayan av olmaya çıkar
Kuş olmak için şehrin üstünden uçar
Köprünün direklerine konar martılar
Av dileğiyle oynamak martı bunu yapar
Avcının olduğu yerdedir avın yaşaması
Medeniyet avla başlar
Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı
Avlanın avlanın var olduğunuzu bilmek için
İnsan insan olduğuna avla çıkar
Avla bulur tabiatı ve tabiatın ötesini
İstanbul romanın ana mekanlarından biridir, bütün güzelliklerin ve romansal çirkinliklerin teşhir edildiği bir büyük şehirdir. Romandaki şehirlere hakim noktada duran İstanbul’dur. Şehzadebaşında Gün Doğmadan isimli şiir bir İstanbul mekanından hayata, kültüre, sanata, zamana, insana bakıştır, çok yönlü çok anlamlı bir şiirdir Şair bu vakayı gün doğmadan, sabahın serinliğinde gözlemlemiştir.
Soğuk bir taşa oturmanın mutluluğun gün doğmadan şehzadebaşında yaşamıştır. Başını avuçlarına alıp, kuşların kanatlarını toplamasının neşesini düşünmüştür. Gün Doğmadan Şehzadebaşında develerin heybesinden gül dökülür, şair maziye gider hayaliyle. Mezarlardan yeni sesler duyar şair aynı vakit Çeşmeler sebiller türbeler suskun değil şaire bir şelale sesi verirler.. Bu arada Gün doğmadan şehzade başına şairin arkadaşları, anlatıcının unsurları olan ve bu büyük romanın büyük şahısları olan Yunus Kulağı ile, Ak Şemsettin Sarığı ile, Mimar Sinan kavuğu ile anlatıcının yanındadırlar. Zaman perdelerini açar, mekan engellerini kaldırır. Kafdağından yüksek bir mekana gider, Çin Seddi’nden daha uzun bir yola girer, içinde alçalıp yükselen bir med ve cezir oluşur. Gün Doğmadan Şehzadebaşında, şehzadeler ellerinde maşeleler ile Şehzadebaşında gezerler . Gerçekçi, yerine göre metafizik ve üto pik şiir insanı bir milletin iklimlerine götürür, şair romancı büyük bir hayal genişliği ile abide bir fikir durağı inşa eder.
Şehzadebaşında Gün Doğmadan şiirinde şiirin final cümlesi bir vaka finalidir. Gün Doğmadan Şehzadebaşında zamanın, mekanın, dört bir yandan tarihe uzanan şair Necip Fazıl’ın
Doğar elbet benim günüm çoğu gitti azı kaldı
Kırk gün kırk gece düğünüm çoğu gitti azı kaldı
deyişi doğrultusunda
Gün de doğar günde doğar
Bir gün mutlaka gün doğar
Gün doğmadan neler doğar
Gün doğmadan Şehzadebaşı’nda
Küçük Na’t isimli şiirde romanın protogonisti, birinci şahsı bütün birinciliklerin kendinden doğduğu birinci şahsa söylenmiş bir çok anlamlı şiirdir.
Bu birinci şahıs ile gün doğacaktır. Romanın en çok tekrar edilen kelimesi ve cümlesi gün doğmadandır, ismi de bu yüzden gün doğmadan olmuştur.
Gün doğuyor her yer çiçek ve kar
Bütün çocuklar kurtuldu demektir
Göz seni görmeli ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen eskimoloarın ısınması sevgililer mahşeri
1962/120
Şahıslar Ahi Evren 132, Meryem 132, Musa 133 Fonlar Sultan Şehmuz, Veysel Karani 134
Birinci dünya harbi ,İkinci dünya harbi 1.33
Mekanlar Zülküfül Dağı
İbrahim, Nemrud, Urfa 135. _ Romanın, batıya acılan fonu, yıkılışlar ve tükenişler döneminin arka planı sanatçıların filozofların bizce algılanışı
Kafkayı kemiren
Camüs’ü tedirgin eden
Satre’a zaman zaman yılgı veren
Heidegger’i düşündüren.
Schopenhauer’de ki öfke
Nietzche’de savaşçılık
Faulkmer’i sarhoş eden Vang Gogh’u
Van Gogh eden Chagall’ı Cahagall eden 137
Peygamber Zülkü’ül, şahıslar 136 Erzincan, Diyarbakır, Karacadağ mekanlar 137
Kabe, Ayasofya, Şehzadebaşı 139 Meryem İsa 140
Mekanlar
Erek Dağı. “orda erilir bala ve tertemiz sırra”
Yaşlanmazlığa.
Hızır sırrına
Ey zabtedilmez ruh, yine sensin!
Seni hiçbir gem dizginleyemez”
O kendi dışında gerçekleşen bir dirilişin olacağını söylür. O Anadolu toprağını dirilişe getiren güçlerin farkında.
Eleştiri, toplumsal değişim projesinin eleştirisi.
“En büyük acı: İnsanlık hadımedildi.
Hakiki düşünceden gerçek duyarlıktan ve öz bilgiden
Bayrakların ve sancakların gerisindeki sancak söndürüldü
Karanlıktan suni ışık yapıldı ve gerçek ışık öldü
Hayat dediğimiz ölüm ölüm sandığımız gerçek hayat“
Güzellik anlayışı:
Van Gogh zaman zaman eserin örgüsüne girer” Günse eriyor yön yön Van Gogh”su bir kırmızılık
Kirazların ve güllerin tifoya karşı çıkan rengi”
Coğrafya ve tarih kadim yunana kadar uzanır. “Sen yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı Helen
Sana gelmiş bütün yunanlılar atlı arabalarla“
Mitolojik dağlar Çin Seddi’ne kadar uzanır, coğrafya “Birbirinizi yitirirsiniz tabiatın sisinde
Biriniz Kafdağı’nda biriniz Çin Seddi’nde
Kav şiirinde insanın ebedi macerası anlatılır. Onu sıradan biri olarak değil bütün zamanları ihata eden bir canlı olarak anlatır.
Burada hem felsefi hem de dini bir bakış sergiler.
“Sen tabiatın içinde tabiatla birlikte fakat tabiat üstüsün
Karla örtülü yüksek çamlar gibi ancak uçakla görülebilirsin
Sen Leonardo Da Vinci’nin ya Van Gogh’un kalemiyle çizilebilirsin
Aragon’un söylediği gözler senin gözlerindir
Sen her an bitmeyen bir pikniktesin
Bütün roma sütunları dikilmiştir senin için
Emperyal kahvesi Akan yapıldı seni anmak için
“ Buradaki insan daha çok eski yunan içindeki insan gibidir. Burada hayatı bir zevk ve eğlence olarak gören anlayış ironik bir biçimde eleştirilir.
“Sen her an bitmeyen bir pikniktesin”
Dicle onun eserinin coğrafyasında özel bir yere sahiptir. Adeta bir odaktır.
“Yazdı arabayla geçtik
Bir yılda iki kere Dicle’yi
Köpek boşluğa uludu uludu
Ve teslim oldu uslu suya
Ve köpekle Dicle bir süre
Birbirinde eriyerek aktılar“
Şiirin devamında kaybedilen değerler imgenin arkasında hissettirilir, şairin en büyük roman kahramanı olan satırların arkasındaki birinci şahıs Arayan adam, kaybeden adam aramakta olan adam, bezgin ve üzgün adam yine kendini gösterir.
Tekerleri de bir kışlaydı
Seferberlik ölülerinden bir kışla
Köpek gibi sevinçliydi yerinde duramıyordu o da
Giderek bir Piran’a gelerek bir Piran’dan
Aşıyordu samur Dicle’yi doğudan batıdan
Ama Piran geride kaldı
Ashab-ı kehf mağaraları kapandı
Veliler yağmur ateşlerinde yandı
Çocukluğun o Dicle kokan bir yılı
Yeniden yapılan o eski kasabada kaldı
Şimdi bir surdayım yüzüm yağmur gibi çizgili
Ölü bir kaynakta ama asıl ölü olan benim
Savaşta ölmedim
Savaşmamak için öldüm
Her değere saldıdan romanın kötü adamları ile başı derttedir, romanın başkişisinin.
Namazı gördüm namazı
Cayır cayır yakıyorlardı
Birkaç milat adamı
Kızgın bir arı oğulunda
Tevrattan bir yaprak kopmuş
Ölüme bulaşmış akşam yemekleri
İsrafilin surundan küçük bir dünya örneği
Musa, Ayasofya 161
Kaybedilen bir iklimin coğrafi eleştirisini yapar.
“Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır
Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır
O da yarım kalmıştır
Urfa ufala ufala
Bir pul olacak çarpık balıklar üstünde
Belki bir toz bulutu
İstanbul’a küflenmiş
Bir Avrupa akşamı dadanmıştır
Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş
Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır
Yavaş yavaş çiseleyen yaz yağmuru Balil’dir
Lut şehri ansızın gelen gök sesidir
Bardaktan boşanan İskenderiye’dir
Isparta bir güz kırağısı, Kudüs bitmeyen bir kış
Roma bir şimşek çakışında bir kere daha yakılır
Atinayı bir lodos çizer ufuklara
Sonra birden silinir ters dönmüş bir fırtınayla
Bir boğa rüzgarıyla sabahın lambası bir poyrazla
Nuh şehri boğulmuştur
O kurtaran geminin enkası yoktur.
Dünya ölçeğinde ihtişamlı mazi, enkaza dönmüştür, şair gözlemci enkazın karşısında üzülen bir hüzünlü adam.
Fırtına şiiri bu evrensel romanda basit bir coğrafi olay değil, insani ve tarihsel değişimlerin, zembereği bir olaydır. Rüzgar ve fırtına birlikte bir değişimin iticikarakteri durumundadırlar. Bunun içinde bütün insanlık, Odiesseus, Ad ve Semud, Nuh ve halkı, lut, Babil, Yahya Peygamber vardır. Salome, Yahya, Belkıs bu fırtınanın korosunun kadrosundadırlar. Felsefi içerikli bir şiir.
Roman kahramanı yorum ve mülahazalarından konuştuğu şahısların ağzından kendini eleştirir.
“Kes sesini kitap çobanı
Sen nasılsa arta kalmışsın
Ortaçağın çılgın asmalarından
Ürküten bir şarap gibi “
Hızırla Kırk saat Gün Doğmadan romanının çok özel bir alanıdır. Eleştiri ve yorum sağnağıdır. Zaten Sezai Karakoç Cumhuriyet dönemi şiirinin en eleştirel ve çok yönlö yorumcularından biridir. Çünkü o sanat olsun diye sayfaları karalayan geleneksel edebiyatçı profilinden çok farklı bir konumdadır. Romandaki karamsarlık Hızırla Kırk Saat isimli bölümde ümide ayarlanmıştır, çünkü Hızır adı bütün doğu kültüründe ümit anlamındadır, dar zamanları genişleten bir kişiliktir Hızır. Akif, Necip Fazıl gibi insanımızın kutsal kitaplarla olan ilişkisini eleştirir.
Her evde kutsal kitaplar asılıydı
Okuyan kimseyi göremedim
Okusa da anlayanı görmedim
Din adamlarının misyonunu beğenmez. Din adamları imamlar birçok romanımızda eleştirilir. Cumhuriyet romanında bilerek bilmeyerek kimse din adamlarına iyi puan vermez. Yakup Kadri’nin on romanında yapıcı bir din adamı görülmez. Sezai Karakoç’un eserlerinde ise misyonunu hakkiyle yapmayanları eleştirlir. Onun eleştirileri genel anlamda yıkmak için değil, kusurluyu göstermek içindir.
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz”
Anlatıcı din adamına sadece camide bir rol biçmemiştir, onun eserinde tipini belirlediği din adamı sosyal bir görev üstlenmiş çok yönlü misyon sahibi bir kişidir. Burada dini imamete, hocayı camiyi hapseden anlayışı dolaylı eleştirir. Hızırla kırk saat “görmedim, öğretmediler, fark etmediler. Bu eserde Hızır hem asli hem de kurgusal bir şahıstır.
Eserin tekniği bir roman ve anlatı tekniğidir. Dante İlahi Komedya’da cennet ve cehennem ve Araf’ı sevgilisi ile birlikte gezer, onunla birlikte her şeyi görürler. Goethe’nin Faust’un da da böyle bir teknik kullanılmıştır. Ulysess in tekniği, bir yolcu tekniğidir. Don Kişot da iki yolcunun serüvenidir. Sezai Karakoç Hızır’ı çağırır onunla birlikte dolaşırlar, birlikte eleştirirler. Her ikisi birlikte konuşurlar. Hızır şairin dünya görüşün temsil eden bir kişiliktir. Hızır’ı yeni bir kavrayışla anlatır. Güncel ile bağlantıda Hızır bir atlama tahtası olarak kullanılır. Eser kırk bölümden meydana gelmiştir.
Eserin onuncu bölümünde Kur’an-ı Kerim’deki Hz Musa öle Hz Hızır arasındaki macera hikaye edilir. Karakoç bütün kadim zamanları aşarak geriye dönüş teknikleri ile Hz Musa, Hızır, Meryem, Yunus, Yusuf, Yakup. Eserin kadrosu çok zengindir. 24 bölümde Veda Hutbesinden, Mevlana, Muhyiddin Arabi, Sems-i Tebrizi, Hallacı Mansur gibi İslam düşüncesinin mukaddes dehaları geçit resmi yaparlar. Mekanlar da çeşitlidir. Mursiye, Tunus, Mısır, Kudüs, Mekke, Şam, Malatya gibi. Savaşlar ve mücadele mekanları eserde görülür. Bedir, Yermük, Hendek, Uhut, Birinci Cihan Savaşı, Yemen, Kafkasya.
Hızır gibi şark ve İslam dünyasında bir ümit adam da Mehdi’dir. Mehdi ile bu evrensel romanın anlatıcısı günümüze göndermelerde bulunur, günümüzün canlı zamanının perdelerini aralar, Mehdi’yi bir mazi motifi değil, yaşayan üreten bir motif olarak yorumlar, mısraların arkasında portreler ve portre gizlidir. Burada faaliyette olan bir Mehdi vardır, beklenen bir mehdi değil. Çünkü onun gelmesi için gerekli her şey oluşmuştur.
Nurdan Haber