Nurdan Haber

HOŞGÖRÜNÜN SINIRI

HOŞGÖRÜNÜN SINIRI
16 Mart 2017 - 13:12

Her hareketin bir sınırı vardır. Neyin, ne vakit yapılacağı; nerede durulacağı; ne kadar devam edeceği çoğu zaman muaşeret kaidelerine göre belirlenir. Bu hususta ortak bir davranış şekli yoksa kendimize yapılması durumunda alabileceğimiz tavra göre hareket ederiz.

Müslümanlar, ellerinden geldiği kadar her hareketlerinde Cenab-ı Hakk’ın emirlerinin ve yasaklarının belirtildiği Kur’ân-ı Kerîm’e ve dinin tebliğcisi Hz. Muhammed’e (sas) uymaya özen gösterirler. Kur’ân ve Sünnet’te yerini bulamadıkları her hangi bir konu olursa, orada da kalplerine müracaat ederler. İçlerine sinmeyen, vicdanlarını rahatsız eden her davranıştan mümkün olduğu kadar kaçınırlar.

Hakkında dinî hüküm bulunmayan konular aslında çok değildir. Çünkü yüzyıllar boyu İslâm âlimleri, olanlardan hareketle, olabilecek hâlleri de nazara alarak, inananlara yol gösterici binlerce cilt eser kaleme almışlardır. Bizim bunları fert olarak tamamıyla bilmemiz mümkün olmasa bile, başvurabileceğimiz bir merci veya kaynak mutlaka bulunmaktadır. Hele asrımızda bu konu son derece kolaylaşmıştır. Artık kütüphaneler dolusu bilgi, bir tuşla bilgisayarımızda açılmakta, bir sualimize neredeyse bin cevap yetişmektedir.

Kendi nefsimize ve sorumluluk alanımızda bulunanlara karşı davranışlarımız ile diğer varlıklara karşı hâl ve hareketlerimizde ince sınırlar bulunmalıdır. Nefsimizde mümkün olan en ince teferruatı, en basit noktasına kadar uygulamamız, bizim imanımızın ve takvamızın işareti olacaktır. Aile efradımız hakkında bunu biraz daha müsamaha ile uygulamak; kolaylaştırmak, sevdirmek, benimsetmek bakımından uygun bir davranış olur.

Bunun dışında kalan muhataplarımız veya alâkalı olduğumuz şahıslar için daha hoşgörülü, daha mutedil, daha anlayışlı olmak gereklidir. İnsanlara hak ve hakikati anlatırken onları incitmemek, işi ağırlaştırmamak, kolayından ve basitinden başlamak tebliğ usulünün icaplarındandır. Kötü alışkanlıkların kaldırılması, eski âdetlerin terk edilmesi tedricen olur. Herkes, her işi en ince ayrıntıları ile birden kavrayamaz, kabullenemez.

İman esaslarına taalluk etmeyen mevzularda insanlara bir miktar genişlik sağlamak, icbar etmemek, akla kapı açıp ihtiyarı elden almamak, kendi davranışımızla güzel örnek teşkil ederek karşımızdakinin hatalarına ayna olmak hikmetin gereğidir. Ancak, imana ait meselelerde hak ne ise onu kesin olarak ifade etmek lâzımdır. Çünkü o konudaki bir eksikliğin sonradan telafisi mümkün değildir. İnancın sağlam temellere oturtulmasından sonra, amele ve ibadete müteallik hususların zaman içinde en iyi noktaya gelmesi kolaydır.

Medeniyet, İslâm’ın yaşandığı cemiyetlerin temel özelliğidir. Gerçek medeniyet Hz. Muhammed’in (sas) söz, hareket ve hâllerinden doğmuştur, demek mübalağa olmaz. İnsana ve diğer mahlukata saygı, O’nunla kemalini bulmuştur. Kâinatta olan bütün varlıkların gerçek kıymetleri O’nunla anlaşılmıştır. Kadın ve çocukların, yetim ve zayıfların hukuku O’nun en çok riayet ettiği ve uymayı tavsiye ettiği haklardandır. Savaşta bile bitkiler, hayvanlar, yaşlılar, kadınlar, çocuklar, din adamları, dinî mekânlara mümkün olduğunca zarar verilmemesi kaidesini O vazetmiştir. Ölülere, dinleri başka bile olsa, gerekli saygıyı göstermiş ve bunun bir insanlık kuralı olduğunu öğretmiştir.

Müslümanların da medeni dünyadan öğrenecekleri bulunduğu gerçeğini inkâr etmeden belirtmek gerektir ki, bugün medenî dünyanın Müslümanlardan öğreneceği çok şey vardır. İlim, teknik, sanat, insanlığa hizmet, sulh-i umumiyi temin gibi pek çok mevzuda inanç ve yaşayış farkına bakılmaksızın bütün insanlarla her türlü alış verişte bulunmak iyidir, faydalıdır. “İlim, Müslüman’ın yitiğidir. Nerede bulursa alır.” Ancak dikkat edilmesi gereken, önemli bir durum vardır: kendi dinimize ait inanç ve ibadet gibi işlerde, gayr-i Müslimlere göstereceğimiz hoşgörüyü nefsimize göstermek ve onlara benzemeye çalışmak tehlikelidir. Hz. Üstâd’ın ifadesiyle: “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umur-i dîniyede müsamaha veya teşebbühle medenilere yanaşmayın. Çünkü aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-i muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalâlete düşer, boğulursunuz.”

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )