Nurdan Haber

Bütün Nur cemaatleri bugün aynı meşverette…

Bütün Nur cemaatleri bugün aynı meşverette…
21 Mart 2017 - 6:20

Yaşayan Son Nur Kahramanı

Peygamberlerin gönderiliş hikmeti tevhit hakikatinin tebliğ edilmesi içindir. Cercis a.s. gibi bazı peygamber, bir tek ümmeti bile olmadığı halde tebliğ vazifesine devam etmişler ve canları pahasına çile çekmişlerdir. Müşrikler tarafından, Efendimiz Hz. Muhammed’den (s.a.v.) dünya nimetleri karşılığında davasından vazgeçmesi istendiğinde cevaben, “bir elime Ay’ı, bir elime Güneş’i verseniz yine de davamdan vazgeçmeyeceğim” demişti. Efendimiz (s.a.v.) bütün insanlığa hatip olarak gönderilmiş ve bütün Müslümanlara imam olmuş ve tebliğ vazifesini ifa etmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.), diğer kavimlere İslam’ı tebliğ etmek ve sünneti öğretmek için Ashab-ı Suffayı tesis etmiştir. Ashabı-ı suffaya Dar-ul Kurra da denilmiştir. Bu mektepte yetişen talebeler farklı kabilelere gönderilmek suretiyle İslam’ı tebliğ etmiştir. Suffa ashabı bekâr olarak yaşar ve dünyevi işlerle meşgul olmazdı. Evlenenler ashab-ı suffadan ayrılırdı. Nefislerini Allah için vakfetmiş olan bu sahabilerin maişetiyle bizzat Peygamberimiz ve ümmetin zenginleri ilgilenirdi. Ashab-ı Suffa’nın en çok hadis nakleden sahabesi Ebu Hureyre olarak bilinir.

Bir Kur’an aşığı ve Resulullah sevdalısı olan üstad Bediüzzaman Said Nursi de hayatını adeta ashab-ı suffa gibi sürdürmüştür. Bediüzzaman, yirminci asrın başında gördüğü bir rüyadan şöyle bahsetmektedir, “Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müdhiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları, dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: “Ana korkma! Cenab-ı Hakk’ın emridir; o Rahîm’dir ve Hakîm’dir.” Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zât, bana âmirane diyor ki: “İ’caz-ı Kur’anı beyan et.

Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendine müdafaa edecek. Ve Kur’ana hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’cazın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım” demektedir.

İşte bu rüyanın üzerinden çok geçmemişti ki, Tahir Paşa bir gazetedeki şu haberi ona gösterdi: İngiliz Meclisi Mebusan’ında Müstemlekat Nazırı elinde Kur’an-ı Kerim’i göstererek söylediği bir nutukta: “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.” demiş.

İşte bu müthiş haber, onda târifin fevkinde bir tesir uyandırmıştı. İstidadı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi harika inayet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman, bu haber üzerine; “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.” der ve İstanbul’a gitmek üzere harekete geçer. İstanbul’a varır ve yeni bir rejimin kuruluşuna kadar mühim ve kahramanca hizmetlerde bulunur.

Bediüzzaman’ın İstanbul’daki hizmetini ve kahramanlıklarını Ankara’dan takip eden yeni Meclis ve Ankara hükümeti onu takdirle karşılamışlar ve ardından da Mustafa Kemal başta olmak üzere bir grup milletvekilinin isteği doğrultusunda kendisine telgraflar çekilerek Ankara’ya davet etmişlerdir.

Ankara’ya gelen Bediüzzaman, Kurucu mecliste milletvekillerinin namazda gevşeklik gösterdiğini görür ve bir risale neşreder. Bunun üzerine milletvekilleri arasında namaz kılanların sayısı artar. Ayrıca bu esnada Ankara’da yayılmakta olan imansızlık ve Tabiatperestlik cereyanına karşı tabiat risalesini neşreder. Bediüzzaman, M. Kemal tarafından kendisine teklif edilen şark umumi vaizliği görevini kabul etmez ve “bu siyasi deha ile siyaseten mücadele edilmez” mülahazası ile Van’da bir mağaraya çekilir ve ilim tahsiliyle meşgul olur. Burada da rahat bırakılmaz ve doğu vilayetlerinde meydana gelen dâhili asayiş hadiseleri bahane gösterilerek Burdur’a nefyedilir.

Hapisler, sürgünler, zehirlenmeler Bediüzzaman’ı yolundan döndüremez. O, hayatını iman ve Kur’an’a hizmet uğrunda vakfetmiş bir dava adamıdır. Hakiki bir İslam âlimi olarak mukaddesatı uğruna hayatını vakfetmiş ve bunu hayatı boyunca bizzat tatbikatıyla göstermiştir. İhlas, feragat ve fedakârlık mesleğinde ilerlerken etrafında pervane olan talebelerini de kendisi gibi yetiştirmiştir. Talebelerine yaptığı son nasihatte “Ben maddî ve mânevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî her şeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır”…

Bediüzzaman’ın yaptığı iman tebliği, Kur’an hakikatleri ve sünnet esasları üzerine bina edilmiştir. Nur hizmeti hakikat etrafında temerküz etmiş bir hizmet olup şahısların liderliğin de toplanmayı reddeden bir tahkik mesleğidir. Üstadımızın, kendi istifadesi için kendi nefsine yazdığı hakikatleri üstatlarıyla birlikte kendi manevi yaralarına tatbik eden talebeleri, hayatlarını üstadları gibi İman ve Kur’an hakikatlerinin neşri ve muhafazası için vakfetmişlerdir.

Üstadımız tarafından talebe’nin, kardeşin ve dost’un hususiyeti eserlerde ifade edilmiştir. “Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler’i (Risaleleri) kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.” şeklinde ifade edilmiştir. Makasıd-ı hayatiyeleri içinde birinci maksatları iman hizmeti olan Hulusi abi ve Sabri abi, bir Nur talebesinin vasıflarının nasıl olması gerektiğini, yazdıkları iştiyaklı mektuplarda ifade etmişlerdir. Bu sadık ve sebatkâr Nur talebelerinin mektupları iştiyaklarını tam olarak hissetmeleri ve kendi eserleri gibi kabul edip kendi manevi yaralarına tatbik etmeleri ve neşrine çalışmalarının hatırına kıymetli addedilip külliyata dâhil edilmiştir. Barla lahikasında geçen şu ifadeleri dikkatle okuyalım;

“Üçüncü sebep: Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan ve hizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassası var ki, bu iki zât üçünde de birinciliği kazanmışlar.

Birinci hassa: Bana mensup her şeye malları gibi tesahup ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Adeta cesetleri muhtelif, ruhları bir hükmünde, hakikî manevî vereselerdir.

İkinci hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.

Üçüncü hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’âniyeden aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hâsıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.”

Risale-i Nur ile Kur’an’a hizmet etmeyi en ali hayat gayesi olarak idrak eden bir nur talebesinin birinci maksadı Risale-i Nur eserlerindeki hakikatlerinin neşrine çalışmak ve Risale-i Nurların neşri için her yerde küçük bir medrese açmaktır. Bu mana Risale-i Nur eserlerinden Emirdağ Lahikasında şöyle ifade edilmektedir, “şimdi resmen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmasına izin verilmesine binaen Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i nuriye açmak lâzımdır.” Medresede keyfiyetli bir iman hizmeti yapılabilmesinin şartı ise, içinde ehli hizmet ve Nur hakikatlerine ve Nurun hizmet tarzına vâkıf bir nur talebesinin vakıf olarak bulunmasıdır.

Nur hizmetleri bugüne kadar istikametli ve hayatını iman hizmeti uğruna feda eden fedakâr Nur talebelerinin omuzlarında yükselmiştir. Bu gün İman hizmetleri vatanımızın dört bir yanında kök salmıştır. Memleketimizin her köşesindeki Nurani iman ve Kur’an hizmetleri, fedakâr Nur talebelerinin hayatlarını Kur’an hakikatlerine vakfetmesinin meyvesi olmuştur. Nur talebeleri, fedakâr bir ruh ile yaptıkları hizmetlerle Türkiye’de ve Dünya’da İman hizmetlerinin intişar etmesine ve muhtaç gönüllere ulaşmasına vesile olmuşlardır. Bu gayretler bugün de aşk ve şevkle sürmektedir.

Açılan Nur medreselerinde, üstadımızın hayatındaki hizmet tarzı bugün de devam ettirilmektedir. Maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğinden ayrılmayan, nefsini ve hissiyatını bile İman hizmeti uğrunda feda eden kahraman Nur talebelerine “Vakıf” diyoruz. Hayatını vakfeden anlamında kullanılan bu mananın yaşatılması, İman ve Kur’an’a Risale-i Nur ile hizmet etmek için, son derece büyük ehemmiyet arz etmektedir. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında açılan ve açılacak her bir küçük medresenin çekirdeği işte bu vakıf şahsiyetlerdir.

Şairin dediği gibi, Anadan, yardan ve serden geçen bu kahramanların vakıfların binlercesi bugün isimsiz, namsız ve şöhretsiz bir şekilde İslam’a hizmet etmektedirler. İhtiyaç olan bir yerde küçük bir medrese-i Nuriye açılmışsa, içinde ehil bir vakıf kardeşin olması lüzumu vardır. Bu nedenle Risale-i Nur hizmetlerini inkişaf ettirmek için ehli hizmet yetiştirme gayreti büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.

Türkiye’de, uzun yıllardan beri aynı yerde sebat eden vakıfların olduğu illerde hizmetlerin istikametli bir şekilde inkişaf ettiğini görüyoruz. Vakıf ağabey ve kardeşlerimizin keyfiyetli hizmetleri meyvesini er geç vermektedir. Otuz, kırk yıl önce belki tek gözlü ve sobası yanmayan bir odada güçlükle bir medrese açabilen bu iman fedaileri, sadakat ve gayretlerinin meyvesini bugün inkişaf eden iman hizmetleriyle almaktadırlar.

Dağlar gibi müstenit bir yol ve İslamiyet-in Nurani bir cadde-i Kübra’sı olan Risale-i Nur hizmetleri ile muhtaç gönüllerdeki “İstidat çekirdekleri, İslamiyet suyu, iman ziyası ve ubudiyet toprağı altında neşv-ü nema eder”. Bu istidat çekirdeklerini, muktezayı hale mutabık davranış ve muamele ile inkişaf ettiren bahçıvanlar ise, Nur talebesi vasfına haiz ve Risale-i Nur hakikatlerine ve üstadımızın hizmet tarzına vâkıf olan Vakıf ağabey ve kardeşlerimizdir. Hakiki Nur talebesi unvanına layık olan vakıfların olduğu bölgelerde ve illerde Nur hizmetlerinin hızla kök salması ve bunun neticesinde istidat çekirdeklerinin çınar gibi tecessüm etmesi iftiharla ve şükranla temaşa edilmektedir.

Başta ifade ettiğimiz gibi, Efendimiz (s.a.v.), İslamiyet’in yayılması için mümkün olan her beldeye numune-i imtisal bir sahabeyi göndermiştir. Bu sahabeler İslamiyet’i efendimizden (s.a.v.) gördükleri haliyle en güzel bir şekilde temsil ve tebliğ etmiştir. Onları görenler de bu güzelliğe meftun olup, onlar gibi olmaya arzu ve iştiyak duymuşlar ve İslamiyet bu günlere sahih bir şekilde gelmiştir.

Osmanlı döneminde de, asrısaadetteki bu güzel numuneden istifade edilerek Enderun’da yetiştirilen mümtaz talebeler farklı beldelere gönderilmiştir. Sarayda yetişen saray hanımefendisi ve saray beyefendisi olarak anılan numune şahsiyetler, gittikleri yerlerde mukim halk tarafından ziyaret edilmiş ve güzel hasletleri taklit edilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de, suffa ashabında olduğu gibi kendisinden sonra iman hizmetlerinin yerleştirilmesi ve istikametle devam etmesi için kahraman Nur talebeleri yetiştirmiş ve onları Nur hizmetinin usul ve tarzını yerleştirmeye vekil tayin etmiştir. Bu kahraman talebeler, vatanımızın her köşesine ve dünyanın birçok ülkesine hizmet maksatlı seyahatler yapmış ve Nur hizmetlerinin kökleşmesine zemin ihzar etmişlerdir. Üstadımızın Emirdağ lahikasında neşredilen vasiyetnamesinde bu kahraman Nur talebelerinden şu şekilde bahsedilmektedir, “Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikaların heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki (Haşiye) kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.”  “Haşiye: Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih.” Ağabeylerden müteşekkil Nur kahramanları, üstatlarını temsil ve Risale-i Nur’u neşir vazifelerini layıkıyla yapmışlardır. Allah onlardan ebeden razı olsun.

Bediüzzaman’ın birer İman ve Nur kahramanı olan talebeleri, gittikleri yerlerde üstadımızdan gördükleri ve öğrendikleri hizmet tarzının yaşatılması hususunda bizlere ve hüsn-ü misal olmuşlardır. Bugün üstadımızın hizmet tarzını yaşatmak ve sürdürmek hususunda yaşayan son vekil ve numune-i imtisal olan Hüsnü Bayram ağabeyimizden, hizmetimizin usul ve esasları bakımından öğreneceğimiz mühim malumatlar var. Şayet biliyorsak ya da bildiğimizi sanıyorsak, hatırlayacağımız çok şey olduğu aşikâr bir hakikattir. Biliyorum iddiası halis bir nur talebesinde olmayacak bir suiahlak olduğu zaten malum-u alilerinizdir.

Nur cemaatlerinin tam manasıyla üstadımızın tarzında bir hizmeti sürdürmesi ve tam bir sadakat ve tesanüt manasının tahakkuku için, istikametli bütün Nur cemaatlerinin bugün aynı meşverette tesanüt etmelerinde büyük maslahat görülmektedir. Hakiki Nur hizmetleriyle sahteci ve taklitçiler birbirinden ayrılmalıdır. Ancak bu şekilde istikbalde tahakkuku ihtimal dâhilindeki Nur hizmetlerinin suiistimali ve Risale-i Nur eserlerinin istismarının önüne geçilebilecektir. Nur talebeleri olarak, fark etmemiz ve idrak etmemiz gereken bir hakikati müşahede ettiğimiz ve idrak ettiğimiz kadarıyla ifade etmeye çalışacağım. Hüsnü Bayram ağabeyimizin bugün her dersinde sebatkâr bir şekilde ihlas, uhuvvet ve sadakat dersi verme gayretinin sebeb-i hikmeti, bu paragrafta ifade ettiğimiz mananın muhafaza edilmesi gerektiğinin anlaşılmasına matuf bir himmet ve gayretin tezahürü olduğu kanaatindeyim. Bu tezahür ancak, Üstadımızın, son vekil unvanıyla kendi omuzlarına yüklediği, Nur hizmetinin istikametini muhafaza etmesi gerektiğine müdrik olmasından kaynaklanan bir mesuliyet hissinin, lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile ifadesi olabilir. Bu yüksek gayret ve hamiyetin başka bir izahına aklım ermiyor. Fakat bunun hakikatini en iyi biçimde kendileri ifade edebilirler.

“Evet, tevhîd-i îmânî, elbette tevhîd-i kulûbü ister. Ve vahdet-i i‘tikād dahi, vahdet-i ictimâiyeyi iktizâ eder.” diyen bir üstadın talebeleri, bu hakikati fiiliyatlarıyla göstererek İttihad-ı İslam manasının tahakkuku hususunda Müslümanlara kuvvetli bir ümit vermelidirler.

Kur’an’ın bu zamandaki elmas bir kılıcı olan Risale-i Nur, ehlisünnet itikadına uygun ve müstakim iman hizmeti düsturlarını havidir. Bu mütesanid düsturlara göre tesis edilmiş olan Risale-i Nur hizmetlerini istikametli bir şekilde sürdürmenin esaslarını sekiz yaşından beri bizzat üstadımızın yanında yaşayarak öğrenen ve Üstadımızın bizlere yadigârı ve “Yaşayan Son Nur kahramanından” dinlemek ve öğrenmek için hala zamanımız var.

Fakat unutmayalım ki “Son Nur kahramanı” son şansımızdır.

Acele edelim de, bu altın fırsatı elimizden kaçırmayalım.

Nadir Çomak

 

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )