On bir ayın sultanı olan Ramazanın orucu, Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne bakar. Bunun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur.
Risale-i Nur’da, Besmelenin hikmetlerinin anlatıldığı Birinci Sözde denildiği gibi, bir padişahın mutfağından bir tablacının getirdiği yiyecekler bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verilir. Çok kıymettar olan o nimetleri vereni tanımalıyız. Bizden o kıymetli nimetlere bedel istenen fiyat üç şeydir.
Başta bismillah deyip Allah’ın adı ile başlamak.
Sonda elhamdülillah deyip bu hadsiz, muhteşem sofrada önümüze serilen nimetlere şükretmek.
Ortada bu nimetleri kimin gönderdiğini düşünüp, tefekkür etmek.
Nimet varsa nimet vereni, in’âm edeni tanımamak nihayet derecede bir ahmaklıktır. İnsan kendisine naylon çiçek hediye edene teşekkür ediyor. Naylon çiçeği yapanı o anda görmediği halde bir ustası olduğunu kabul ediyor. Ancak ilahi sanat mucizesi olan envaı çeşit çiçeklere gelince tabiata, tesadüfe havale ediyor. Halbuki o rengi, kokusu, tadı, yaprakları ayrı ayrı olan; şahane bir biçim yaratılan çiçekler, Fettah ismi muktezasınca suretleri açılmaktadır.
Fettâhiyet hakikati Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılması cereyan ediyor.
Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misillü, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir seçkin bir şahsiyet yaratıcı kudret açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu’cizatlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin hayat sahibi nevilerine dahi, her birisine gayet san’atlı ve hikmetli bir ölçülü, süslü, seçkin suret vermiş
Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş, ona mukàbil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin görünüşte sebepleri ve sahipleri, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, hak etmedikleri pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki, Hakiki Nimet verici olan Allah, o sebeplerden hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır.
İşte Ona (Allah’a) teşekkür etmek,
o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek,
o nimetlerin kıymetini takdir etmek
ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır.
Çünkü, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini anlayamıyor.
Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, özellikle özellikle zengin olsa, ondaki nimet derecesi anlaşılmıyor.
Halbuki iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir ilahi nimet olduğuna tad alma duyusu şahitlik eder. Padişahtan ta en fakirlere kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir manevi şükre erişir.
Hem gündüzdeki yemekten yasaklanması yönünden, “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların yiyip-içmede hür değilim. Demek başkasının malıdır ve nimetidir; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir, bir manevi şükür eder.
İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî insanlık vazifesi olan şükrün anahtarı hükmüne geçer. İnsanlar şakir-şükreden olur.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu