“Hutben okunur minber-i iklîm-i bekâda
Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-i cezâda
Gül-bâng-i kudûmun çekilir Arş-ı Hudâda
Esma-i Şerîfin anılır arz u semâda
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim,
Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim!..”
Şeyh Gâlib
YANKI
Gül devrinde açan goncanın kukusu, bütün zamanların en zinde sesi soluğu olmuş. O bahçede açan çiçekler en bereketli meyvelerini vermiştir.
Bir civanmertte ondan gelen şefkat, şöyle yankılanır: “Yâ Rabbî, cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki ehl-i imana yer kalmasın…” (Hz. Ebu Bekir)
Mevlâna da “ayağının tozu olmaya razı olduğu” zattan aldığı feyizle şöyle konuşur: “İki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir daneden ibarettir. Bir dane hiç kuşu yiyebilir mi?”
O güneşe pervane kesilenlerden biri de Hz. Geylanî’dir: “Ey oğul, bir eline dünyayı, öbür eline âhireti al. İkisini yan yana getir. Bir yere yerleştir. Aralarından çık; Mevlâ’na yönel!”
Yine bir kutup yıldızı Gazalî, ondan aldığı hızla gümbür gümbürdür: “Sen ikiyi bire karşı vermemelisin. Nasıl olur da sonsuzu sayılı günler karşılığında satarsın?”
“Peygamber efendimiz Mi’raç gecesinde zaman ve mekân dairelerinden çıkıp imkân darlığından da kurtulunca, bir anda ezel ve ebedi buldu; başlangıcı ve sonu bir noktada gördü,” diyen İmam Rabbanî de o bahçede açan sümbüllerden…
Bediüzzaman Hazretleri: “Nebiyy-i Zîşanın (asm) makam-ı Mahmud’u ilâhi bir maide, Rabbanî bir sofra hükmündedir. Tevzi’ edilen lütuflar o sofradan akıyor.” Sözüyle, asırlara ışık saçanların, o sofradan beslendiğine işaret eder.
Bir kara sevdalı da şöyle dile gelir: “Güzel yanağını bilen, güle hiç bakar mı? Senin sevginde eriyen, derman arar mı?”
Efendimizin hikmet sofrasından tadanlardan biri de Alaaddin Başar’dır: “Rabb-ül âlemin, o şanlı Nebi’sini kimseye talebe etmedi. Kader, öyle murat etti. Sebepler yarattı ve bu okuma tehir edildi. Tâ “oku!” emri gelinceye kadar…”
Söyleyenler ne güzel söylemiş.
Bize de sadece: “Allah’ım, bizi onun (asm) sünnetinden ayırma! Şefaatine layık eyle!” demek kaldı.