Saadet Asrının günlerinden bir gündü. İhtiyar bir kadıncağızın, bütün dünyalığı olan devesi, uyuz hastalığına tutuldu. Kadıncağız, deveciğinin bu halinden çok endişe duymaktaydı. Bu deve onu taşırdı, onun bütün yükünü de taşırdı. Evinden bahçesine giderken onunla gider, pek çok ihtiyacını o deve ile giderirdi. Eğer ölürse, çok sıkıntı çekecekti.
Kadıncağız, düşündü durdu ama devenin hastalığına bir çare bulamadı. Yatıp kalkıp Rabbi’ne dua ediyor ve biçare devenin iyileşmesi için yalvarıp yakarıyordu.
Bir gün, kırlık bir bahçeye gitti. Devesi ne otluyordu, ne de bir yudum su içiyordu. Zavallı hayvan, kemikleri sayılacak kadar zayıflamıştı.
Devenin bu hali, kadını büsbütün perişan etmişti. Bir kayanın üzerine oturdu ve ağlayıp yalvarmaya başladı.
“Ya Rabbi! Bu deveciğe şifa ver. O benim yardımcımdır. Pek çok işimi görür. Benim ondan başka kimsem yoktur.
O sırada Peygamberimiz, oradan geçiyordu. Kadının söylediklerini işitti. Onun böyle iki göz iki çeşme ağladıklarını görünce sordu:
“Ey Allah’ın kulu! Neyin var? Neden böyle ağlayıp dövünüyorsun?”
Kadıncağız cevap verdi:
“Niçin olacak! Devem için. Devem benim her şeyim. Yükümü taşır, beni taşır. Ama hastalandı ve hastalıktan kurtulamıyor.
Ben dua ediyorum ama Allah dualarımı kabul etmiyor!”
Efendimiz gülümsedi ve o kadına şöyle cevap verdi:
“Dualarının kabul edilmesini istiyorsan, duana biraz katran kat!”
Yaşlı kadın, Peygamberimizin ne demek istediğini önce anlamadı. Sonra düşündü ve öyle anladı. Katranı hayvanların yaralarına bir güzel sürdü. Sonra da dua etmeye başladı.
Bir süre sonra katran develerin yaralarına çok iyi geldi. Aradan çok vakit geçmemişti ki Allah deveye şifa verdi. Hayvan bütün bütün iyileşti.
Bu olaya şahit olanlar ve sonradan duyanlar anladılar ki, bir hastalığın iyi olması için hem dua etmeli, hem de Allah’ın bu yeryüzü eczanesinde yarattığı ilaçları bulup kullanmalıydı.
Kaynak: Şifa Öyküleri Yazar: Selim Gündüzalp.