SÜFYANİYET’İN DÖRDÜNCÜ RÜKNÜNÜ
İFŞA EDİYORUZ
“BEŞİNCİ ŞU”IN GÜNÜMÜZE BAKAN BİR TAHLİLİ
Risale-i Nur’da Süfyaniyet’in dört rüknü olduğundan bahsedilmekte, bunların ilk üç rüknü hakkında tafsilat verildiği hâlde dördüncüsüne dair pek az açıklama yapılmaktadır. Çünkü Risale-i Nur’un telifi zamanında ilk üçü zuhur etmişti; fakat dördüncüsü zuhur etmemişti. Dördüncüsü, istikbale ait bir mesele olduğu için Külliyat’ta pek muhtasar olarak yer almıştır.(1)
Süfyaniyet’in dördüncü rüknünün zuhur zamanı ise yeni gelmiştir. “Bir Sırr-ı İnnâ A’taynâ”daki şu ibareden bunu anlamak mümkündür:
“… bu küçük Deccallardan 100 sene sonra büyük Deccal’a işaret vardır. Nasıl ki bu geçmiş 100’ün iki başında Mason komitesinin ve onun bir mukaddimesi olan Yeniçeri içerisine giren fesad komitesi, o 100’ün iki başındadır.. Allahu a’lem, bu gelecek 100’ün dahi bu başında bu küçük Deccallar komitesi, öteki başında büyük Deccal’ın komitesi bulunduğuna ‘İnne şânieke hüve’l-ebter.’ işaret ediyor.”
Bu ibarede geçen büyük Deccal acaba küfür Deccal’ı mıdır, yoksa Süfyaniyet’in dördüncü rüknü müdür?
Küfür diyarından gelip İslam âlemine hâkim olan Cengiz ve Hülagu, küfür Deccal’ı değil, İslam Deccal’ı sayıldığına göre..(2) İslam diyarında zuhur edip daha sonra küfür diyarına yerleşerek İslam âlemini oradan karıştıran F. Gülen de küfür Deccal’ı, dolayısıyla büyük Deccal olabilir mi, diye akla gelmektedir. Eğer öyleyse büyük Deccal ile Süfyaniyet’in dördüncü rüknünün aynı şahıs (F. Gülen) olma ihtimali vardır.
Biz bu yazımızda “Risale-i Nur Külliyatı”ndan “Şuâlar” kitabının “Beşinci Şuâ”ını Süfyaniyet’in dördüncü rüknüne tatbik etmeye çalışacağız.
Ve’l-ilmü indallah. Lâ ye’lemü’l-ğaybe illallah.
Önce şunların bilinmesi gerekir:
*Deccal ikidir: küfür Deccal’ı ve İslam Deccal’ı. İslam Deccal’ına “Süfyan” denir.
*Küfür Deccal’ı diyar-ı küfürde, İslam Deccal’ı diyar-ı İslam’da faaliyet gösterir.
*Tarih boyunca her iki Deccal’ın müteaddit efradı görülmüştür.
*Ahir zamanda ise en büyük küfür Deccal’ı çıkacaktır. Yine ahir zamanda üç/dört İslam Deccal’ı zuhur edecektir.
*Hadis rivayetlerinde Deccalların ve Süfyanların evsafı birbirinden ayrılmadan mutlak olarak verilmektedir.
Bu bakımdan;
a. Deccal ile Süfyan’ın,
b. Eski Deccallar ile ahir zamanın büyük Deccal’ının,
c. Eski Süfyanlar ile ahir zaman Süfyan’ının sıfatları ve hâlleri birbirine karıştığı gibi..
ç. Ahir zaman Süfyan’ının dört rüknünün sıfatları ve hâlleri de -kendi içinde- birbirine karışmaktadır.
İşte bunları bilmeyenler, hem hadis rivayetlerinde birbirini tutmayan hatta birbirini nakzeden ifadeler olduğunu düşünürler hem de, mesela, ahir zaman Süfyan’ının dört rüknü içinde hangi sıfatın hangi rükne tatbik edilmesi gerektiği hususunda yanlışlıklara düşerler. Hatta pek aciptir ki Süfyaniyet ile Mehdiyet vasıfları dahi birbirine karıştırılıp Süfyan’a Mehdi nazarıyla bakanlar olabilir.
Bu iltibaslar, Risale-i Nur’da şöyle ifade edilmektedir:
“Hem iki Deccal’ın sıfatları ve hâlleri ayrı ayrı olduğu hâlde mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor. Biri, öteki zannedilir.”(3)
Şimdi “Beşinci Şuâ”ı inceleyelim:
YEDİNCİ MESELE
Rivayette var ki:
“Süfyan büyük bir âlim olacak. İlim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar.”
Ve’l-ilmü indallah, bunun bir tevili şudur ki:
Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-yı saltanat olmadığı hâlde zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır.
Ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar.
Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.
Kanaatimiz odur ki bu Yedinci Mesele, Süfyaniyet’in hem birinci hem de dördüncü rüknüne bakmaktadır. “Hem iki Deccal’ın sıfatları ve hâlleri ayrı ayrı olduğu hâlde mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor. Biri, öteki zannedilir.” ölçüsü muvacehesinde burada da iki Süfyan’ın sıfatları ve hâlleri bir arada verilmiştir, diye düşünüyoruz. Bu sıfat ve hâllerden bazısı ikisine de uyarken bazısı yalnız birine ait olarak mülahaza edilebilir. Bunu herkes kendi âleminde -realiteler ışığında ve insaf düsturları çerçevesinde- değerlendirebilir. Biz bu sıfat ve hâllerin bazısına temas edeceğiz.
“SÜFYAN BÜYÜK BİR ÂLİM OLACAK.” CÜMLESİNİN TAHLİLİ
SÜFYANİYET’İN BİRİNCİ RÜKNÜNE İŞARET:
“Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesinin ebced değeri 729’dur.
Süfyaniyet’in birinci rüknünün en meşhur adı olan “Kemal Atatürk” de aynen 729’dur.(4)
Böylece “Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesi ile Süfyan’ın adı bire bir eşleşir.
SÜFYANİYET’İN DÖRDÜNCÜ RÜKNÜNE İŞARET:
“Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesinin ebced değeri, farklı bir hesapla,(5) 744 eder.
“Muhammed Fetullah Gülen” isminin ebced değeri de -lafzullah 66 sayılınca- aynen 744’tür.(6)
Böylece “Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesi ile Süfyan’ın adı burada da bire bir eşleşmiş oluyor.
İki Tevafuk:
Fethullah’ın Fetullah olarak hesaba girmesinde de iki ayrı tevafuk görülmektedir:
1. Ebced değerlerini elde ederken hem “Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesinde hem de o Süfyan’ın adında telaffuzu esas aldıktan sonra bire bir eşleşme gerçekleşebiliyor. Yani ikisinde de ancak aynı uygulamayı yaptıktan sonra ebced değerleri aynı sayıda birleşiyor.
2. Onun adı, nüfusta da zaten Fetullah olarak kayıtlıdır. Böylece onun Süfyaniyet’i resmen de doğrulanmış oluyor.
SUNUÇ:
“Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesi, Süfyaniyet’in hem birinci hem dördüncü rükünlerini isimleriyle bildirmektedir. Bununla beraber birinci rükün askeriye sınıfına, dördüncü rükün ilmiye sınıfına mensup olduğu için birincisi asker, dördüncüsü âlim sıfatıyla iştihar ettiği cihetle bu cümlenin dördüncü rükün olan F. Gülen’e bakması daha kuvvetli bir işarettir.(7)
“İLİM İLE DALALETE DÜŞER.” CÜMLESİNİN TAHLİLİ
“İlim ile dalalete düşer.” cümlesinin ebced değeri 1962’dir. Bu tarih, F. Gülen’in İskenderun’da verdiği bir vaaz esnasında Kur’an-ı Kerim’i kürsüden atıp yere düşürdüğü tarihtir.(8) Bu hareket, onun ileride ilmine güvenerek Kur’an’a hizmet adı altında Kur’an hakikatlerini yere düşüreceğine bir remizdir.
Nitekim on sene sonra -başka bir tarzda hareket etmeye karar vererek- Nur Cemaati’nden ayrılmıştır. Yani Risale-i Nur’un Kur’anî düsturlarını beğenmeyerek kendi ilmi, düşüncesi, tasavvuru, plan ve projesiyle farklı bir yola girmiştir. Kur’an’ın sırat-ı müstakimini yetersiz bulup daha iyi(!) bir hizmet hareketi başlatma gayretine düşmüştür. Küllî iradenin çizdiği hudutları tanımayarak kendi cüz’î iradesiyle yeni bir yol haritası çizmiştir.
Bu suretle Gülen Hareketi, Kur’an’a muhalefet ederek Kur’an’a hizmet iddiasının adı olmuştur.
Dalalete ilim ile düşmek; cahilane değil, bilmediğinden değil, bile bile, bildiği hâlde manasında da anlaşılabilir. F. Gülen de Kur’an’a vâkıftır. İkinci olarak Risale-i Nur’a da vâkıftır. Risale-i Nur’da Kur’an ölçüleri; yalnız âlimlerin değil, avamın da kolayca anlayacağı tarzda açık açık beyan edilmiştir. Öyleyse F. Gülen’in bunları bilmesine rağmen farklı bir çığır açması, cehaletine hamledilemez. Yani Gülen, yaptığı işin, Kur’an’la muaraza ve Allah’la savaş olduğunun farkındadır.
Kur’an’ı yere maddeten savurduğu gibi, işte bu suretle de Kur’an düsturlarını mevki-i mualladan manen yerlere savurup ayaklar altına düşürmüştür.
İşte, Muhbir-i Sadık’ın haber verdiği ilim ile dalalete düşmek, bu şekilde tahakkuk etmiştir.
“DİN DERSLERİNDEN TECERRÜD EDEN MAARİFİ REHBER EDİP TAMİMİNE ŞİDDETLE ÇALIŞIR.” CÜMLESİ
Bu cümle de her iki Süfyan’a bakıyor. Şöyle ki:
SÜFYANİYET’İN BİRİNCİ RÜKNÜNE BAKMASI:
M. Kemal “tevhid-i tedrisat” adını vererek mektepler ile medreseleri görünüşte bir çatı altında toplamıştır. Bunun uygulaması ise medreselerin külliyen kapatılması ve mekteplerden de din derslerinin tamamen kaldırılması şeklinde olmuştur.
“Şiddetle çalışma”sı da ilkokulun mecburi tutulması ve İslam alfabesi yerine ikame edilen Latin alfabesinin ramazanda halka gece dersleriyle cebren öğretilmesiyle tahakkuk etmiştir.
SÜFYANİYET’İN DÖRDÜNCÜ RÜKNÜNE BAKMASI:
F. Gülen resmî, laik müfredata dayalı okullarıyla hem Türkiye’ye hem dünyaya yayılmıştır.
Onun “şiddetle çalışma”sı da sadakat ve ahde vefa duygularından yakaladığı hamiyetli gençleri gayet cüz’î maaşlarla dünyanın her tarafında çalışmaya mecbur etmesi tarzında olmuştur.
SEKİZİNCİ MESELE
İslamların Deccal’ı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali’nin (r) dediği gibi demişler ki:
“Onların Deccal’ı Süfyan’dır. İslamlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek.”
“ONLARIN DECCAL’I SÜFYAN’DIR.” CÜMLESİNİN TAHLİLİ
Acaba “Onların Deccal’ı Süfyan’dır.” cümlesinden Süfyan’ın kimliğine ulaşabilir miyiz, diye bu cümlenin ebcedini hesapladığımızda 758 buluruz. (Meddeler ve şedde sayılmaz.)
“Muhammed Fethullah Gülen” adı da aynen 758 çıkmaktadır. [“Gülen”de he harfi yazılır(9) ve lafzullah 67 sayılır.]
Böylece “Onların Deccal’ı Süfyan’dır.” cümlesi, Süfyan’ın kimliğini adıyla, soyadıyla açıklamış oluyor.
SÜFYAN’IN İSLAMLAR İÇİNDE ÇIKMASI VE ALDATMASI:
Süfyan’ın İslamlar içinde çıkması, Hz. Ali’nin ve bir kısım ehl-i tahkikin beyanıyla sabittir.
Süfyaniyet’in dördüncü rüknünün Nurcular içinde(10) çıkması ise hikmet-i İlahiye’ye muvafıktır, diye kanaatimiz geliyor.
Zira o “Aldatmakla iş görecek.”. Müslümanları aldatmak demek, Müslümanlardan hakiki niyetini gizleyerek onların desteğini almak demektir.
Nitekim M. Kemal, tahripkâr icraatını perdelemek için Fevzi Çakmak’ı kullanmış ve onun Müslüman görüntüsüyle halkı aldatarak inkılaplarını gerçekleştirmiştir.
F. Gülen de Risale-i Nur’u kendisine perde yapıp o dindarlık perdesi arkasında -arzî içtihatlara dayanarak verdiği fâsid fetvalarla- İslamiyet’in asliyetini bozarak onu yeniden dizayn etmeye çalışmıştır.
Onun zamanında İslamlar içinde halkın hüsn-ü zan ettiği en mümtaz cemaat Nurculardır.
Hem Nurcuların hizmette esas aldıkları tarz, ilimdir. Gülen de ilmiye sınıfındandır ve Süfyan’ın büyük bir âlim olacağı, Yedinci Mesele’deki hadis rivayetinde vardır.
Bu bakımlardan -Müslümanları aldatmak için en uygun zemin teşkil etmesi haysiyetiyle- onun Nurcular içinden çıkması mukadder olmuştur.
Aldatmasına gelince…(11)
Anne ve babaları dindar ve seviyeli bir eğitim göstererek aldatmıştır.
Gençleri istikbal vaadi, sosyal faaliyetler ve sadakat duygusuyla aldatmıştır.
Devleti çalışkan elemanlarıyla aldatmıştır.
Müslümanları Mehdiyet’le, Hristiyanları Mesihiyet’le aldatmıştır.(12)
Dünyayı hoşgörü ile aldatmıştır.(13)
Öyle ki Nurculardan bile -onun Risale-i Nur’la zahirî alakasına bakarak- aldananlar olmuştur.
ON DÖRDÜNCÜ MESELE
Rivayette var ki:
“Deccal’ın mühim kuvveti Yahudi’dir.”
Gülen, küresel hâkim güçlerin sağladığı siyasi, finansal, bürokratik, medyatik vs. desteklerle dünyanın her yerinde kolaylıkla faaliyet göstermiş ve sürekli gündemde tutulmuştur.
Gülen Hareketi’nin dünyada bu kadar hızlı ve kolay yayılmasını, müntesipleri, Gülen’in manevi kuvvetiyle izah cihetine gidebilirler. Onların dediklerinde bir hakikat var ise bu bir kuvve-i kudsiye değil, ancak istidraç(14) olabilir.
Bu durumda “Dünya çapında organize Mason gücünün sağladığı maddi desteğe manevi istidraç gücünün katılmasıyla dünya çapındaki bu yayılma kolayca gerçekleşmiştir.” tarzında bir izah, en makul izah olacaktır.
İKİNCİ HADİSE
“O İslam Deccal’ı ‘sure-i vettîni vezzeytûn’ manasını merak edip soruyor.” diye çoklar nakletmişler.
Gariptir ki bu surenin akibinde olan “ikra bismirabbik suresi”nde “İnnel insâne leyetğâ.” cümlesi onun aynı zamanına ve şahsına -cifirle ve manasıyla- işaret ettiği gibi ehl-i salate ve camilere tâğiyane tecavüz edeceğini gösteriyor. Demek o istidraçlı adam, küçük bir sureyi kendiyle alakadar hisseder; fakat yanlış eder, komşusunun kapısını çalar.
Süfyaniyet’in birinci rüknü, bir surenin kendisiyle alakalı olduğunu sezmiş ve kendisinden nasıl bahsedildiğini merak etmiştir. Onu sormakla da kendi kendini vurmuştur. Çünkü o sure, kendisini vurmaktadır. Fakat yanılmış, onun yerine ondan önceki sureyi sormuştur.
Süfyaniyet’in dördüncü rüknü de buna benzer bir yanılgı yaşamıştır. Şöyle ki:
Mübahale Ayeti olan Âl-i İmran Suresi’nin 61. ayeti ile muarızlarını vurmak isterken ayetin sonundaki “el-kâzib” kelimesinin kendisine işaret ettiğini bilememiş ve kendi eliyle kendisini vurmuştur.
(Bunun tafsilatı da yine “Kur’an Fetullah Gülen’den Bahsediyor mu? El-cevap: Evet, Bahsediyor!” başlıklı yazımızdadır.)(15)
ÜÇÜNCÜ HADİSE
Bir rivayette “İslam Deccal’ı Horasan taraflarından zuhur edecek.” denilmiş.
(…) … Türkçülüğü, muvakkaten İslamiyet’in bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır.
Bediüzzaman, Horasan meselesinin -Orta Asya’daki Horasan olarak- ne manaya geldiğini tevil ile izah etmiştir.
Ayrıca ikinci bir Horasan daha vardır ki bu da Erzurum’un ilçesidir.
Malum olduğu üzere F. Gülen, Horasan ilçesine çok yakın bir yerde dünyaya gelmiştir.
Orta Asya’daki Horasan, tevil ile izah edilmiştir; fakat Erzurum’daki Horasan’ın tevile ihtiyacı yoktur, manası sarihtir.(16)
Süfyanî Deccal’ın Türkçülüğü İslamiyet’in bir kısım şeâirine (şiarlarına) karşı istimal etmeye çalışması ise…
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkçülük, Müslümanlar aleyhinde birçok sahada kullanılmıştır. Bu sahalardan biri de Türk dilidir. Süfyaniyet’in birinci rüknü Türkçeyi İslamiyet’e karşı kullandığı gibi, günümüzde de dördüncü rükün aynı şeyi yapmıştır. Şöyle ki:
M. Kemal, doğrudan doğruya İslamiyet’e hücum edemediği durumlarda Arapları ve Arapçayı hedef alarak Türkçeye yerleşmiş Arapça unsurları -bu meyanda şeâirden addedilebilecek Kur’ani kelimeleri- dilimizden çıkarmak ve “Öztürkçe” anlayışıyla İslami geçmişimizden bizi koparmak için çok çalışmıştır.
Ayrıca şeâirden olan Arap alfabesini Türkçülük damarıyla kaldırarak Türklere en büyük kötülüğü yapmıştır.
Ve yine şeâirin en birincilerinden olan ezan-ı Muhammedî’yi yasaklayarak “onun Türkçe tercümesi” diye bir şarkıyı on sekiz yıl boyunca bu Türk milletine dinletmiştir.
F. Gülen de Türkçeyi İslami şiarlara karşı şöyle kullanmıştır:
Birinci olarak “günümüz Türkçesine çevirip sadeleştirme” adı altında, bu devirde İslami bir şiar olan Risale-i Nur’un asliyetini bozarak onu tahrif etmiştir.
İkinci olarak Türkçe Olimpiyatları’nı -gadab-ı İlahi’yi celp edecek tarzda- bir karnaval havasına çevirerek İslam’ın en büyük şiarlarından biri olan mahremiyeti kaldırmıştır.
İşte, her iki Süfyan’ın, Türkçülüğü İslami şeâire karşı kullanması böyle olmuştur.
ELHASIL:
Bediüzzaman, Süfyaniyet’in üç rüknü ile muasırdır. Fakat hayattayken dördüncü rükün “Süfyanî vazifedarlık” haysiyetiyle henüz temayüz etmediğinden onunla muasır sayılmaz.
İlk üç rükün hakkında isimlerine varıncaya kadar tafsilat verdiği hâlde istikbalde gelecek dördüncüsü hakkında -imtihan sırrı ve “Lâ ye’lemü’l-ğaybe illallah.”ın edebi için- icmal ile iktifa etmiştir.
Bununla beraber bu yazımızda ve sair yazılarımızda gösterdiğimiz gibi ebced tevafukları ve mana mutabakatları o icmalî ihbarı kısmen(17) tafsilatlandırmıştır.
——————————————————————-
(1) Şuâlar, Sekizinci Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı s. 735.
(2) Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, Envâr Neşriyat baskısı s. 506.
(3) Şuâlar, Beşinci Şuâ, Mukaddime, Beşinci Nokta, Envâr Neşriyat baskısı s.582.
(4) “Ata”nın başındaki hemze, meddesiyle beraber 2 değerindedir.
Ayrıca “ata”yı tı harfiyle yazdık. (“Ata”nın yerleşmiş imlası te harfi iledir; fakat tı harfi ile yazılması da Osmanlıca imlaya uygundur. Nitekim “balta, çanta, nota” gibi birçok kelimede ortadaki kalın t sesi, tı ile yazılır.)
(5) Hesaptaki fark, şunlardan doğmaktadır:
* “Olacak” kelimesindeki “-acak” eki, elif harfi ile başladığı gibi, he harfi ile de başlayabilir. Biz burada he ile başlatıp öyle hesapladık.
* Ayrıca ebced hesabının müsaade ettiği bir uygulamada bulunduk. Şöyle ki:
Telaffuzu esas alarak “-acak” ekinde ikinci a sesi için elif, “bir” kelimesinde i sesi için ye yazıp bu harfleri de hesaba dâhil ettik.
Bu, imlayı bozmaz; çünkü Osmanlının son yıllarında bütün sesli harfler yazılmaya başlamıştı.
(6) Nasıl ki “Süfyan büyük bir âlim olacak.” cümlesinde telaffuzu esas aldık, aynı şekilde Süfyan’ın adını da Türkçe telaffuzda olduğu gibi ha harfini atarak “Fetullah” kabul ettik.
(7) Hadisin tevilinde geçen siyasî ilim ibaresi hem birinci rükne hem dördüncü rükne tatbik edilebilir.
Birinci rükün için düşünüldüğünde manası gayet zahir olup izaha ihtiyaç göstermiyor. Zira bütün tarih sayfaları, onun siyasi entrikalarıyla doludur.
Dördüncü rükün için de manası şöyle muvafık geliyor:
F. Gülen, siyaset sahnesine çıkmadan siyaseti kadro hareketiyle dizayn etme yolunu tercih etmiştir. Zahirde siyasetin dışında durmuş, hakikatte ise elemanlarıyla devletin damarlarına girmiştir. Yani siyasetin nihai hedefi olan devleti yönetmeye siyaset yapmadan muvaffak olmuştur. İşte bu, tam bir siyasî ilimdir. Nitekim 2013 Aralık’ında emniyet ve adliye eliyle gerçekleştirdiği darbe teşebbüsü üzerine zamanın Başbakan’ı, bu teşebbüs için siyaset mühendisliği tabirini -Bediüzzaman’ın siyasî ilim ifadesini hatırlatır tarzda- intak-ı bilhak nevinden kullanmış gibidir.
Bununla beraber âlim kelimesinde siyasî ilim değil, dinî ilim kavramı söz konusudur. Bu da birinci rükne değil, dördüncü rükne bakmaktadır. Zaten birinci rüknün -hatta her üç rüknün- unvanı Paşa, dördüncüsünün unvanı Hocaefendi’dir.
(8) Kadir Mısıroğlu, Dünden Bugüne Tahrifat Hareketleri, c. 3, s. 325.
(9) Osmanlının son yıllarında bütün sesli harfler yazılmaya başladığı için he harfini yazmak, imlayı bozmaz.
(10) Gülen, 1972’ye kadar Nur talebeleri içinde onlarla beraber hareket ettikten sonra bu tarihte Risale-i Nur Cemaati’nden ayrılmış ve bu Cemaat’in Rafızi’si olmuştur. (Rafızi, topluluktan ayrılan demektir.)
Nitekim onun 2012’de Risale-i Nur’u tahrif etmesinden sonra aradan ancak bir yıl gibi çok kısa bir zaman geçince kaderden gelen zecir tokatlarıyla bütün gizli niyetlerinin su yüzüne çıkması üzerine basiretli efkâr-ı umumiye, önceden ona verdiği Nurcu sıfatını geri almıştır. Artık o ve onun komitesi bu sıfatla anılmamaktadır. Bu da kaderin yaptığı bir tasfiye hareketidir.
(11) Deccal’ın lügat manası da çok aldatıcı, çok yalancıdır.
(Mübahale Ayeti olan Âl-i İmran Suresi’nin 61. ayetinde “el-kâzib” (yalancı) kelimesinin ebced değeri ile “Muhammed Fethullah Gülen”in ebced değerinin nasıl bire bir eşleştiğini görmek için “Kur’an Fetullah Gülen’den Bahsediyor mu? El-cevap: Evet, Bahsediyor!” başlıklı yazımıza bakılabilir.)
(12) Bu, şeytanın melek görünmesi ve bilinmesi kadar akla ziyan bir mağlatadır. Zira Süfyaniyet, bunlarla zıt kutuptur.
(13) Onun hoşgörüsü Müslümanlara ve vatandaşlarına karşı değil, gayr-i Müslimlere ve ecnebilere karşıdır. Nitekim 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsünde komitacıları, Müslüman vatandaşlarını pervasızca kurşunlamış ve bombalamıştır.
(14) İstidraç, ehl-i inkâr ve ehl-i dalalette görülen harika hâller olup mekr-i İlahî’dir yani Cenabıhakk’ın aldatmasıdır.
(15) Yazımızın “İkinci Hadise” başlığındaki bu kısmı, delil ve ispat mahiyetinde olmayıp ibretli bir malumat kabilinden kaleme alınmıştır.
(16) Fakat bugün için sarihtir. Başta anlaşılsaydı imtihan sırrı ortadan kalkardı. Bu bakımdan bu tarz bir izah, Bediüzzaman’ın kaleminden çıkmamıştır.
(17) Bu ebced tevafukları ve mana mutabakatları o dereceye ulaşmıştır ki sadece adının sarih olarak söylenmesi kalmıştır. O da söylenseydi “tamamen” diyecektik. Söylenmediği için “tamamen” demedik, “kısmen” dedik.