Nurdan Haber

Sandalyede Kimler Namaz Kılabilir?

Sandalyede Kimler Namaz Kılabilir?
30 Eylül 2016 - 13:28

 

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Yaman, “Basit bazı rahatsızlıklar gerekçe gösterilerek tabure ve sandalyede namaz, namaz olmaktan çıkar” dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaman, ayakta durmaya gücü yetmeyenlerin namazı tabure ya da sandalye yerine oturarak kılabileceklerini belirterek “Kişiler basit bazı rahatsızlıklarını gerekçe göstererek tabure ve sandalye üzerinde namaz kılmayı tercih ediyorlarsa bilmeliler ki bu namaz, namaz olmaktan çıkar.” dedi.

Yaman, yaptığı açıklamada, son zamanlarda camilerde sandalye, tabure hatta özel banklar üzerinde namaz kılınması uygulaması görüldüğünü anımsattı.

“Bizim cami kültürümüzde sıralı sandalye düzeneği yoktur. Ayakta kılamayanlar saf düzeni içerisinde oturarak namazlarını kılarlar.” diyen Yaman, namaz ibadetinin rükünlerinin neler olduğunun Kur’an ve sünnette belirtildiğini ifade etti.

Bunun nasıl uygulanacağının da bizzat Hazreti Peygamber tarafından sözlü ve pratik olarak anlatıldığını söyleyen Yaman, “Namazın rükünleri iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rüku, secde ve ka’de-i ahiredir. Bu rükünlerden herhangi birinin mazeretsiz olarak terk edilmesi halinde namaz sahih olmaz.” diye konuştu.

“Vicdanen sorgulamaları gerekmektedir”

İslam dininde sorumlulukların kulun gücüne göre belirlendiğine işaret eden Yaman, şunları söyledi:

“Namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre, namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan, namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek, bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Nitekim Hazret-i Peygamber, nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabeye ‘Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl.’ buyurmuştur. Burada önemli olan, kişilerin gerçekten sağlık sorunları olup olmadığını, namazın yerine getirilmesi gereken rükünlerini yapıp yapamayacaklarını vicdanen sorgulamaları gerekmektedir. Kişiler basit bazı rahatsızlıklarını gerekçe göstererek tabure ve sandalye üzerinde namaz kılmayı tercih ediyorlarsa bilmeliler ki bu namaz, namaz olmaktan çıkar.”

Namaz, ne zaman tabure ya da sandalyede kılınır?

Yaman, hangi şartta sandalye ve taburede namaz kılınabileceğine ilişkin şöyle konuştu:

Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar. Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar. Ayakta durmaya ve rüku yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder. Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak kılabilir, rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir.

Cami kültüründe sıralı sandalye düzeneği olmadığını da ifade eden Yaman, üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılmasının cami doku ve kültürüyle bağdaşmadığını vurguladı.

Yaman, sandalyede ya da yerde oturarak namaz kılma şartlarının sadece camilerde değil, ev ya da namaz kılınan her yerde geçerli olduğunu da kaydetti.

Kaynak: AA

* * *

Risale-i Nur, “Sandalyede Namaz gibi” Yeni Uygulamalara Nasıl Bakıyor

Risale-i Nurda bu gibi konular içtihad bahsinde külli bir kaide etrafında izah edilmektedir. İçtihada dair yirmi yedinci sözde ibadet vesair konularda takarrur etmiş usuller dışına çıkmak, sünnete uygunluğunu nazara almayan günün keyfi taleplerine cevap olmak üzere fetvalar vermek hakkında en temelden konuyu çözen beyanlarını aşağıya alıyoruz:

Beşincisi: Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki Şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı Şer’iye dahi, onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.

Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise; tercihe sebebdir, îcaba icada medar değildir. İllet ise, vücuduna medardır. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki rek’at kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünki illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatın aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semavî değildir.

İkincisi: Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzât saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Halbuki Şeriatın nazarı ise, evvelâ ve bizzât saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede -âhirete vesile olmak dolayısıyla- dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın nazarı, ruh-u Şeriattan yabanidir. Öyle ise, Şeriat namına içtihad edemez.

Üçüncüsü: اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ

kaidesi, yani “Zaruret, haramı helâl derecesine getirir.” İşte şu kaide ise, küllî değil. Zaruret eğer haram yoluyla olmamış ise, haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa sû’-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeblerle zaruret olmuş ise, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Meselâ: Bir adam sû’-i ihtiyarıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse; tasarrufatı, ülema-i Şeriatça aleyhinde caridir, mazur sayılmaz. Tatlik etse, talakı vaki’ olur. Bir cinayet etse, ceza görür. Fakat sû’-i ihtiyarıyla olmazsa, talak vaki’ olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki mübtelası zaruret derecesinde mübtela olsa da, diyemez ki: “Zarurettir, bana helâldir.”

    İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları mübtela eden bir beliyye-i âmme suretine giren çok umûrlar vardır ki; sû’-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Halbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir, semavî olamaz, şer’î değil. Halbuki semavat ve arzın Hâlıkının ahkâm-ı İlahiyesinde tasarruf ve ibadının ibadatına müdahale, o Hâlıkın izn-i manevîsi olmazsa; o tasarruf o müdahale merduddur.

Sözler ( 482 – 483 )

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )