Nurdan Haber

Diller anlaşma ve uzlaşma için halk edilmiştir; kavga ve kuru tefahür için değil

Diller anlaşma ve uzlaşma için halk edilmiştir; kavga ve kuru tefahür için değil
28 Ekim 2016 - 13:20

Nurdanhaber – Haber Merkezi – Köşe Yazıları

 

Diller nasıl doğdu ve bugünkü hâline gelinceye kadar ne safhalardan geçti? Bunun cevabını vermeye çalışan âlimler, tahminden öteye kesin bir hüküm veremiyorlar. İşin gerçek yönü çok önemli değil. Biz, mevzua dikkat çekmek için böyle bir giriş yaptık.

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan; karşılıklı duygu, istek, ihtiyaçlarını birbirine iletmeye yarayan bir vasıta. İnsanlığın da mümtaz vasıflarından biri. Kâinatı yoktan var eden Allahu Teâlâ, yaratacağı mahlukata ezelî ilmi ile nasıl bir şekil takdir etti ise, ona uygun olarak da bir anlaşma vesilesi ihsan etmiş. Kendi “kelâm” sıfatının tecellisine muvafık tarzda, şuurlu varlıklar olan meleklere, cinlere, insanlara bir çeşit lisan vermiş. Bir baba ve anadan doğup çoğalan insanoğluna ilham ettiği dil zamanla farklılaşıp çeşitlenmiş. Bu hususa, bizzat Cenab-ı Mütekellim, Kur’ân-ı Kerim’de “renklerinizin ve dillerinizin farklılığı” diyerek işaret buyurmaktadır.

Her insanın ana dili, onu daha iyi anlayabildiği ve kullanabildiği için, en güzelidir. Kimseyi elinde olmayan sebeplerle ve kendisinin ihtiyarı haricinde, kader-i ilâhinin sevkiyle içinde bulunduğu hâlden dolayı kınayamayız. Bir kişi, dünyanın en geri kabilesine mensup bulunsa ve konuştuğu dil en iptidai bir şekilde bile bulunsa; bundan dolayı ayıplanamaz ve başka bir lisanı tercihe zorlanamaz. O şahıs ve etrafındakiler kendi eksiklerini fark edip, daha gelişmiş bir dili seçmek isterlerse, bu tamamen onların iradesidir.

İnsanların düşünceleri, duyguları, sanatları, ilimleri, buluşları inkişaf ettikçe dilleri de gelişir. Zihnî faaliyetlerin artması nispetinde lisanda ilerleme olur. Mefhumların çoğalması, eşyanın çeşitlenmesi, hissiyatın yücelip genişlemesi yeni kelimeleri lüzumlu kılar. Çeşitli dillerin birbirini etkilemesi neticesinde birçok kelime mübadele edilir. Dışarıdan ithal edilen bu ibareler zamanla mefhum ve telaffuz değişmesine uğrar. Bir memlekete göç edip, git gide o memleket ahalisi gibi davranan şahıslar gibi, başka dillerden göçen ve geçen sözler de yerlileşir; yadırganmaz olur.

Sosyolojik hâdiseler de, müspet ilimlerin izah ettiği üzere, maddi konularda cereyan eden bir takım kanunlar gibi, ıttıradi kaidelere bağlıdır. Belki, ilk bakışta anlaşılamayan ve çözülemeyen, fakat uzun süreler içinde gelişip rüsuh bulan bu hâl değiştirmeler, dıştan müdahaleler olmaması kaydıyla tabiidir; bünyede mesele çıkarmaz. Mühim olan, bu işlemlerin zorla, içtimai vücudu tahrip ederek yapılmaya çalışılmamasıdır.

Maalesef, bazı idareciler, maddi sahalardaki geri kalmışlıklarını aşmak ve benzemek istedikleri topluluklara yetişmek niyetiyle – moda tabiriyle – toplum mühendisliği yaparak bir milletin binlerce yılda meydana gelen kültür değerleri ile oynamaktadırlar. Kültürün temelinde yatan dil de bu mevzuda ilk el atılan yerlerdendir. Lisanı sunî olarak değiştirilmeye çalışılan milletlerde, nesiller arası anlaşmazlıkların çıkması kaçınılmazdır. Mazi, hâl ve istikbalin arasındaki köprüler atılmış ise onları aynı değerler, aynı mefhumlar etrafında toplamak nasıl kabil olur?

Kendi lisanına, dolayısı ile maddi ve manevi kültürüne hakkıyla vâkıf olan bir insan, çevresi ile daha kolay anlaşır; irtibat kurar. Muhatabını ve okuduğunu daha kolay anlar. Meramını anlatır. Hissiyat ve fikriyatını daha açık ifade eder. Böylece, anlaşılamamaktan doğan münakaşalar ortadan kalkar. Ana dilinin inceliklerini kavrayan bir insan için başka dillerin öğrenilmesi de ehven olur. Kendi dilini yeterli gören kimse, başkalarının karşısında aşağılık duygusuna kapılmaz. Kendisini de, dil konusunda da olsa, başkalarından üstün görmez. Değil mi ki, o lisanla insanlar anlaşmaktadırlar; o hâlde mesele yoktur!

Kendi diline, kültürüne, değerlerine saygılı olan şahıs, başkalarının farklı durumlarına karşı müsamahakâr olur. Kimseye tahakkümle kendi doğrularını kabule zorlamaz. “Kuzguna yavrusu Anka görünür.” atasözünde olduğu gibi, her insan kendi diliyle konuşmayı, okumayı, yazmayı, anlaşmayı; şiir ve şarkı söylemeyi daha bir başka sever. Benim dilim en güzeldir, diyebilir. Yalnız benimki güzeldir, diyemez. Kendi lisanını kullanabilen, başkasınınkini bilmemesinden dolayı ayıplanamaz. Böyle bir mecburiyeti yoktur. Bizim ona demek istediğimiz bir husus varsa, onun dili ile söylemek için gayret bize düşer.

İnsanları lisan mevzuunda zorlamayan ve tek kalıba dökmeyen Hâlik-i Kadîr’e muhalefet etmek, insan olana yakışmaz. Cenab-ı Hakk, beşeriyetin bedevilik ve tufuliyet devirlerinde her kavme kendi lisanı üzere tebliğde bulunan peygamberler yollamıştır. Ancak, insanoğlu belli bir olgunluğu kazandıktan sonradır ki, son peygamber Hz. Muhammed (sas) ve son kitap Kur’ân-ı Hakîm bütün beşeriyete (ve şuurlu mahlukattan olan cinlere), hak ve hakikati tebliğ için gönderilmiştir.

Diller anlaşma ve uzlaşma için halk edilmiştir; kavga ve kuru tefahür için değil…

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )