Başta Buharî, kütüb-ü sahiha -nakl-i kat’î ile- beyan ediyorlar ki:
Hazret-i Ebu Hüreyre aç olmuş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın arkasından gidip menzil-i saadete gitmişler.
Bakarlar ki bir kadeh süt, oraya hediye getirilmiş. Resul-i Ekrem
aleyhissalâtü vesselâm emretti ki: “Ehl-i Suffa’yı çağır!”
Ben kalbimden dedim ki:
“Bu sütün bütününü ben içebilirim. Ben daha ziyade muhtacım.” Fakat emr-i Nebevî için onları topladım, getirdim.
Yüzü mütecaviz idiler. Ferman etti: “Onlara içir!” Ben de o kadehteki sütü birer birer verdim.
Her birisi doyuncaya kadar içer, diğerine veririm. Böyle birer birer içirerek bütün Ehl-i Suffa, o safi sütten içtiler.
Sonra ferman etti ki: ﺑَﻘِﻰَ ﺍَﻧَﺎ ﻭَﺍَﻧْﺖَ ﻓَﺎﺷْﺮَﺏْBen içtim. İçtikçe “İç!” ferman eder, tâ ben dedim:
“Seni hak ile irsal eden Zat-ı Zülcelal’e kasem ederim, yer kalmadı ki içeyim.” Sonra kendisi aldı.
Bismillah deyip hamdederek bakiyyesini içti. Yüz bin âfiyet olsun.
İşte şu safi, hâlis, süt gibi latîf, şüphesiz mu’cize-i bâhire-i bereket, beş yüz bin hadîsi hıfzına alan
Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte-i Sahiha ile nakilleri, gözle görmek kadar kat’î olmakla beraber,
Medrese-i Kudsiye-i Ahmediye (asm) olan Suffa’nın namdar, sadık, hâfız bir şakirdi olan
Ebu Hüreyre’nin, umum Ehl-i Suffa’yı manen işhad ederek, âdeta umumunu temsil edip şu ihbarı, tevatür derecesinde kat’î telakki etmeyenin ya kalbi bozuk veya aklı yok.
Mucizat-ı Ahmediye – 73
Nurdan Haber